30 Haziran 2008 Pazartesi

Mesothelioma, nedir?

Asbest maruz kalmasına Mesothelioma ve onun ilişkisi neyin mesothelioma olduğu?
Kötücül mesothelioma, mesotheliumda başlayan kanserin nadir bir formudur, örten ve vücut& 65533'ten en çok koruyan zar; S, iç organlardır. Mesothelium, iki tabakadan yapılır, organı kendi, ve onun etrafında çiziyor olan bir keseyi oluşturan diğerine kuşatan biri. Akışkan maddenin küçük bir miktarı normal olarak, bu iki tabakanın arasında üretilir, korunan organların hareketini yağlamak. Mesotheliumun normal hücrelerinin, kontrol ve yayılmadan dışarı hızlıca olduğu zaman, mesothelioma, meydana gelir. Mesotheliomanın en ortak formudur & 65533; Pleural& 65533; Mesothelioma. Bu, akciğerin astarında meydana gelir. Diğer formlardır & 65533; Peritoneal& 65533; Mesothelioma, karna ait oyuğun astarı, ve& 65533'ü etkilemek; Pericardial& 65533; Mesothelioma, kalbin astarını etkilemek.
Ne, mesotheliomaya sebep olur?
Mesothelioma neredeyse her zaman, asbest lifine maruz kalma ile sebep olmuş olur. Birçok insan, askeriyede açığa vuruldu; Onların işgali boyunca diğerleri; Ve sakin diğerleri, ikincil olarak, açığa vurulan işçilerle temas boyunca. Kanserin gizliliğinden dolayı, o, 50'e 20 için gözükmeyebilir, veya maruz kalmadan daha çok yıl sonra.
Mesothelioma, ne kadar ortaktır?
Mesleki sağlığın Finli enstitüsünden bilgide temel aldı, Helsinki, Finlandiya, batı Avrupa'da mesotheliomanın oranı, 2010 ve 2020'in arasında onun zirvesine uzanmak için beklenir. İzlemek, ülke tarafından güncel olarak müsait olan oranda verilerdir.
Yıl olayları başına milyon başına yıl Finlandiya 75 başına ülke olayları, (2002) 18 Fransa 870 (2000) 18 Almanya 1094'tür, (2001) 16 büyük Britanya 1862 (2002) 39 İtalya 1050'dir, (2000) 21 Netherlands-389 (2000) 30 Norveç 57'dir, (2000) 16 İsveç 149 (2003) risk altında mesotheliomayı geliştirmek için olan 20'dir?
Dosdoğru asbestle çalışanlar, veya asbest ürünleri, mesotheliomayı geliştirmenin en büyük riskini taşır, yine de, mesothelioma, minimal maruz kalmayla bazı bireylerde anlatıldı.
Dev için yüksek riskte ticaretler

Kanser Yapıcı Mesleki Etkenler

Kanser oluşturan ve ölüme neden olan etken ve faktörler dünyanın çeşitli bölgelerinde ve toplumlarında geniş ölçüde değişiklik gösterirler. Ancak kanser oluşmasında, geleneksel beslenme alışkanlıkları, sosyal davranışlar, mesleki maruziyet, coğrafya, ırk ve öteki genetik faktörlerin rolü olduğu tek bir nedenin suçlu tutulamayacağı bilinmelidir .

Mesleki kanserlerin araştırılmasının tarihçesi Percival Pott ile başlar. Percival Pott ilk kez 1775 yılında baca temizleyicilerinin skrotum kanserlerine neden olarak isi saptamış ve bu maddeye dikkat edilmesini istemiştir . 1982’de Butlin gençlerde görülen skrotum ve cilt kanserlerinin nedeni olarak kömür katranı, madeni yağları tanımlamıştır. 18952de Rhen boya sanayinde mesane kanserinin çokluğuna dikkati çekmiş ve hastalığı tanımlamıştır. 1915’de Yamawa ve Ichikawa tavşan kulağında kömür katranı ile tümör oluşturmuşlardır(1) . Daha sonraları 1930’lard a birçok polisklik hidrokarbonların bu konuda aktif bileşikler olduğu saptanmıştır.

Son yıllarda yapılan yapılan araştırmalar, çevremizde çok sayıda kanserojen maddenin bulunduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Çevresel kanserojenlerin tipik örneği ise endüstriyel etkenler ya da endüstriyel kanserojenlerdir(1) . İnsanlardaki kanserlerin yüzde beş kadarının mesleki maruziyet sonucu meydana geldiği kabul edilmektedir. Uluslar arası Kanser Araştırma Ajansının (IARC) raporlarına göre, bugüne kadar insanda kanser yaptığı kesin olarak ortaya konmuş en az 30 madde ya da etken vardır. Bunlar arasında arsenik, Nikel, Krom, Asbest, Benzen, İyonizan radyasyon vb. sayılabilir. Bu maddeler arasında Nikel’in kansere neden olduğu konusundaki bilgiler son yıllarda netlik kazanmıştır. Ayrıca metal kesme ve torna işlemlerinde kullanılan soğutucu yağların bazılarının kullanımı sırasında nitrozamin oluşması nedeniyle kansere yol açtığı konusunda da son yıllarda bazı bilgiler ortaya çıkmıştır.

Mesleki maruziyet ve kanser ilişkileri konusunda son yıllarda ilgi çeken bir diğer nokta da, çalışan kişinin yakınlarında kanser riskinin yüksek olmasıdır. Asbestle ilgili işlerde çalışanların karşısında akciğer kanseri olasılığının artışı ve çocukluk çağı lösemileri ile baba mesleği ilişkisi son zamanlarda üzerinde çok çalışılan konulardır .

PERITONEAL MESOTHELIOMA

Karna ait oyuğun astarının bir kanseri olan Peritoneal mesothelioma, pleural formunun olduğundan daha az ortaktır, mesothelioma olaylarının toplam sayısının üçte birine beşte biri yaklaşık olarak oluşturmak, teşhis etti. (Nezaret, Epidemiology, ve son sonuçları) veritabanının olduğu kahine göre, bu teşhisler, yaklaşık olarak yüzde 54.7 erkeği yüzde 45.3'e karşı dişidir, ortalayan yaşla, 65-69 oluyor. Kuluçka devresi, gözüküyor olan bulgularla asbest-açığa vurulan bireylerin daha kısaltması olmakta gözükür, maruz kalma 30-40 yıl gizliliğinden ziyade daha genellikle, pleural mesotheliomayla benzettikten 20-30 yıl sonra.

Symptoms---

Takdimin zamanında klinik bulgular, karna ait kütle olan karna ait acıyı kapsayabilir, (Karında akışkan madde) karna ait çevre, karın, ascitesin distentionunu artırdı, ateş, ağırlık kaybı, yorgunluk, anemi ve sindirimle ilgili rahatsızlıklar. Bazı hastalar, müzmin bir teşhisten önce birkaç ay boyunca daha-özel olmayan bulgulardan şikayet eder. Olayların bir yüzdesinde, peritoneal mesothelioma, neyse hastanın, gallbladder, fıtık veya pelvise ait kütle gibi başka bir sağlık problemi için yardımı aradığı zaman bulunur.

Diagnosis---

Öyle bütün mesotheliomasla, peritoneal mesotheliomanın teşhisi, meydan okuyor olabilir. CT bulunmaları, peritoneal mesotheliomanın iki klinik tipinin arasında ayırmaya yardım edebilir, "Kurut" veya "Islat" adlandırdı, onların dış görünüşünün, şekillendirmenin üzerinde çok farklı olduğundan beri. "Kurut" tipinde, CT, çeşitli küçük kütleleri gösterebilir, veya tek bir baskın öğe, kütleyi yerelleştirdi. Normal olarak küçük vardır, veya hiçbir ascites değil. "Islat" tipinde, CT, yaygın küçük yumruları gösterebilir, ama hiçbir baskın kütle değil. Ascites, genellikle mevcuttur.
Eğer akışkan madde, mevcutsa, o, çıkarılabilir, bir prosedürde, paracentesisi çağırdı. Maalesef, olduğu gibi pleural mesotheliomayla olay, akışkan analiz teklifleri, teşhise yönelik değeri sınırladı. Normal olarak bir laproscopicde kesin bir teşhisi verecek olan keşif amaçlı elde edilen bir doku biyopsisidir

Staging---

Güncel olarak peritoneal mesothelioma için hiçbir kurulan sahneleyen sistem yoktur, ve, eğer hastalık, sahnelenirse, normal olarak TNM sistemi gereğince yapılır, en ortak genel kanser sahneleme sistemi. Bu sistem, (T) tümörün durumuna başvurur, (N) lenf düğümleri, ve metastazlar (M). Hem de sahneyi kararlaştırmakta biraz yardımcı olabilen genel kategoriler vardır.
İlk kategori, tamamen kesilmek için yerelleştirilen bir lezyonu uygun gösterir (Tamamen çıkardı). İkinci kategoride, hastalık, debulkingin (O kadarının taşınması, ama tümörün hepsi değil), mümkün olduğu peritoneal ve organ yüzeylerinde karna ait oyuğun içinde içerilir. Üç gösteri hastalığının, kolon veya karaciğer gibi organların istilasıyla karna ait oyuğun içinde içerdiği kategori. Karna ait oyuğun dışında uzatırken dört gösteri hastalığının olduğu kategori.

29 Haziran 2008 Pazar

Kene Nasıl Çıkarılır?



GİZLİLİK POLİTİKASI

genelsaglikbilgi.blogspot.com olarak kişisel gizlilik haklarınıza saygı duyuyor ve sitemizde geçirdiğiniz süre zarfında bunu sağlamak için çaba sarfediyoruz. Kişisel bilgilerinizin güvenliği ile ilgili tanımlar aşağıda açıklanmış ve bilginize sunulmuştur.

Log Dosyaları

Birçok standard web sunucusunda olduğu gibi genelsaglikbilgi.blogspot.com da istatistiksel amaçlı log dosyaları kaydı tutmaktadır. Bu dosyalar; ip adresiniz, internet servis sağlayıcınız, tarayıcınızın özellikleri, işletim sisteminiz ve siteye giriş-çıkış sayfalarınız gibi standard bilgileri içermektedir. Log dosyaları kesinlikle istatistiksel amaçlar dışında kullanılmamakta ve mahremiyetinizi ihlal etmemektedir. Ip adresiniz ve diğer bilgiler, şahsi bilgileriniz ile ilişkilendirilmemektedir.

Çerezler

"Cookie - Çerez" kelimesi web sayfası sunucusunun sizin bilgisayarınızın hard diskine yerleştirdiği ufak bir text dosyasını tanımlamak için kullanılmaktadır. Sitemizin bazı bölümlerinde kullanıcı kolaylığı sağlamak için çerez kullanılıyor olabilir. Ayrıca sitede mevcut bulunan reklamlar aracılığıyla, reklam verilerinin toplanması için cookie ve web beacon kullanılıyor olabilir. Bu tamamen sizin izninizle gerçekleşiyor olup, isteğiniz dahilinde internet tarayıcınızın ayarlarını değiştirerek bunu engellemeniz mümkündür.

Dış Bağlantılar

genelsaglikbilgi.blogspot.com sitesi, internetin doğası gereği birçok farklı internet adresine bağlantı vermektedir. genelsaglikbilgi.blogspot.com link verdiği, banner tanıtımını yaptığı sitelerin içeriklerinden veya gizlilik prensiplerinden sorumlu değildir. Burada bahsedilen bağlantı verme işlemi, hukuki olarak "atıfta bulunma" olarak değerlendirilmektedir.

İletişim

genelsaglikbilgi.blogspot.com sitesinde uygulanan gizlilik politikası ile ilgili; her türlü soru, görüş ve düşüncelerinizi bize necibey63@hotmail.com adresinden iletebilirsiniz.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi

Yaz mevsiminin gelmesi sonucu kenelerin cogalmasi ve kene isirigi vakalarindaki artis nedeniyle yardimci olacagini dusunerek Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü sitesinde yer alan Kene ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile ilgili faydali makaleyi paylasarak kene ve kırım kongo kanamalı ateşi hakkinda bilgi sahibi olmanizi istedim.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (Crimean Congo Haemorrhagic Fever)
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus soyundan virüslerin meydana getirdiği, şiddetli seyir gösteren, öldürücü, kenelerle bulaşan zoonoz bir hastalıktır.

Hastalık hayvanlarda, insanlara nazaran daha yaygın olarak görülmektedir. Ancak hastalık hayvanlarda, subklinik (asemptomatik) olarak seyretmekte insanlarda da klinik ve subklinik olarak, sporadik vakalar veya salgınlar şeklinde görülebilmektedir.

Hastalık ilk defa 1944 yılında Kırım’da görülmüş ve Kırım Kanamalı Ateşi olarak tanımlanmıştır. Daha sonra 1956 yılında Kongo’da görülen hastalığın, 1969 yılında Kırım Kanamalı Ateşi ile aynı olduğunun farkına varılmış ve hastalık bu tarihten itibaren bu günkü bilinen ismiyle anılmaya başlamıştır. Hastalık 2002 yılında ilk kez Tokat ilinde görülmüş olup izleyen yıllarda sporadik vakalar şeklinde görülmeye devam etmektedir.

KKKA, insanlarda ateş ani başlayan baş ağrısı, kırıklık halsizlik ve belirgin iştahsızlıkla başlar; bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal gibi şikayetler buna eşlik eder.

Epidemiyoloji ve Bulaşma
Hastalık, Afrika, Asya, Orta Doğu ve Doğu Avrupa’da endemik olarak seyreder. KKKA’nın son yıllarda Kosova, Arnavutluk, İran, Pakistan ve Güney Afrika’da sporadik ve epidemiler şeklinde görüldüğü bildirilmektedir.

Bir çok evcil ve yabani hayvan virüsle enfekte olmakta ve bu hayvanlarda hastalık hafif seyretmektedir. Bir çok kuş türü virüse karşı dirençli olmasına rağmen virüsün yayılmasında önemli rol oynar. Hayvanlarda hastalık enfekte kenelerin ısırması ile başlamaktadır.

KKKA’nın bulaşmasında, Hyalomma soyuna ait keneler daha büyük rol oynar ancak 30 yakın kene türünün bu hastalığı bulaştırabileceği rapor edilmektedir. Virus kenelerde trassovarial ve transsstadial olarak varlığını idame ettirir. Keneler arasında veneral bulaşmanın olduğu da bildirilmektedir. Henüz ergin olmamış Hyalomma soyuna ait keneler (nimpf), küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır, gelişme evrelerinde muhafaza eder, erginliğe erişen keneler, insan veya hayvanlardan kan emerken virüsleri da bulaştırırlar.

Küçük omurgalılar ve özellikle yerde beslenen kuşlar, keneleri enfekte eden en önemli konak grubunu oluşturmaktadır. Keneler, biyolojik evrimlerinin değişik safhalarında bu canlılardan kan emmektedir. Virüs, vektör kenelerin tüm formlarından izole edilmiştir. Ayrıca vektör kenelerin larval ve nimfal fazı, Avrupa ve Güney Afrika arasında göç eden göçmen kuşlar üzerinde gösterilmiştir. Bu kuşların virüsün iki kıta arasında taşınmasında rol oynadığı da düşünülmektedir.

Hyalomma soyuna ait keneler Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdir ve Türkiye, kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle birlikte kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Risk Grubu

  • Tarım çalışanları
  • Hayvancılık yapanlar
  • Çiftlik çalışanları
  • Çobanlar
  • Mezbaha çalışanları
  • Kasaplar
  • Veteriner Hekimler
  • Endemik bölgelerde görev yapan sağlık personeli
  • Hasta hayvan ile teması olanlar
  • Askerler
  • Kamp yapanlar
  • Deri fabrikası çalışanları risk altindadir.

İnkübasyon süresi;
Kene tarafından ısırılma ve virusun alınması arsında geçen süre genellikle 1-3 gündür ancak bu süre 9 güne kadar uzayabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 güm olup 13 güne kadar uzayabilmektedir.

Virüsün İnsanlara Geçişi;

A- İnfekte kenelerin ısırması

B- Viremik hayvanların kesilmesi sırasında
hayvana ait kan ve dokularla temas

C- İnfekte hastalardan (nozokomiyal)

1- Sekresyonlarla direk temas

2- İnfekte doku ve kan teması

3- Laboratuvardan, olmaktadır

KKHA mevsimsel özellik gösterir, vektör kenelerin hareketleri sıcak mevsimde artar. Türkiye’de Mayıs-Ekim arasında görülmektedir. Risk altında olan ve virüs izolasyonları yapılan ülkeler harita üzerinde gösterilmiştir.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Tanı
Tanı için biyogüvenlik açısından tam güvenli laboratuarlara ihtiyaç duyulmaktadır. Tanıda virüsün yada virüs RNA’sının kan ve doku örneklerinden izolasyonu, virüs antijeninin ve virüse karşı oluşmuş antikorların serolojik olarak tespiti esastır. Bu antikorlar en hızlı olarak ELISA ile saptanabilmektedir. Son zamanlarda, PCR gibi moleküler tanı yöntemleri de başarıyla uygulanmaktadır. Etlik Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim dalı, konu ile ilgili olarak hastalığın görüldüğü illerde, hastalığın hayvanlardaki durumunu belirlemek ve kene türlerini tespit etmek amacıyla epidemiyolojik bir çalışma yürütmektedir. Bu amaçla kene ve hayvanlardan kan serum örnekleri toplanmakta, toplanan bu kan serum örnekleri Virolojik Teşhis laboratuarında ELISA teşhis metodu kullanılarak değerlendirilmektedir. Parazitoloji laboratuarınca da hastalığa neden olan kene türlerini ayırt edici çalışmalar yapılmaktadır.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Korunma ve Kontrol;
Bu hastalıktan korunmak amacıyla, hali hazırda insanlar ve hayvanlar için geliştirilmiş bir aşı yoktur. Bu nedenle hastalıkta korunma tedbirleri büyük önem arz eder.

Özellikle hastalığın epidemik olarak görüldüğü yerlerde genel kene mücadelesinin etkin bir şekilde yapılması esastır. Kene mücadelesi çok önemli olmakla birlikte oldukça da zordur. Mera ve mesken keneleri nesillerini devam ettirebilmek için konakçılarından kan emmek zorundadırlar, genel olarak da konakçı spesifitesi göstermezler. Bu nedenle öncelikle kenelerin aktif olduğu dönemlerde (Nisan-Ekim) konakçıların uzak tutulması sağlanmalıdır. Böyle yerlere girme zorunluluğu bulunan kişilere ise çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemesi lastik çizme kullanmaları veya pantolon paçalarını çorap içine alarak girmeleri tavsiye edilmektedir. Bu yerlerin piknik amaçlı olarak kullanılmasının yasaklanması da bir tedbir olarak düşünülmelidir. Kenelerin bu yerlerde yoğun olarak bulunduğunun bilinmesi durumunda, canlılara ve çevreye zarar vermeden insektisit uygulamalarına baş vurulabilir. Bu amaçla uçak, helikopter, püskürtme cihazı monte edilmiş araç veya sırtta taşınabilen pülverizatörler kullanılmalıdır.

Gerek insanları gerekse hayvanları kene enfestasyonlarından korumak için, repellent olarak bilinen ve sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan, böcek kovucular kullanılabilir.

İnsan ve hayvanların kenelerin olduğu yerlerde bulunması durumunda, vücut belirli aralıklarla kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp öldürülmeli, yapışan keneler ise kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan (bir pensle sağa sola oynatılarak çivi çıkarır gibi) alınmalıdır.

Hayvan sahipleri, hayvanlarını, hayvan barınaklarını kenelere karşı uygun akarisidlerle ilaçlamalı, hayvan barınaklarını kenelerin yaşamasına (ahırdaki çatlak ve yarıkların tamir edilmesi ve sık sık kireçle badana yapılması). imkan vermeyecek şekilde düzenlemelidir. Özellikle kırsal kesimde yaşayanlar başta olmak üzere, halkın hastalık hakkında bilgilenmesi ve bilinçlendirilmesi için eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir.

Hastalıktan korunmak ve hastalığı kontrol altına alabilmek için Sağlık Bakanlığı ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında koordineli çalışmalar yapılmalıdır.

Dr. Arife ERTÜRK
Uzman Veteriner Hekim
Virolojik Teşhis Lab. Şefi

Kaynak: Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü

Sağlıklı Yaşam İçin Pratik Bilgiler

- Çürük dişleri tedavi ettirmek, hastalıkları önler,

- Dik oturmak, dik yürümek, omuzları sarkıtmamat, sağlıklı gelişmeyi kolaylaştırır,

- Yılda iki defa akciğerleri röntgen muayenesinden geçirmek, erken teşhisi sağlar. Erken teşhis, tedaviyi kolaylaştırır.

- Yılda bir defa genel sağlık kontrolü yaptırmak, yaşamı uzatır,

- Boş zamanları iyi değerlendirmek, ruhen ve bedenen dinlendi­rir,

- Açık havadan yararlanmak, bol oksijenle daha dinç yaşanır,

- Güzel sanatlarla ilgilenmek, hobi ve beceri kazandırır,

- Sarsıntılı seyreden taşıt araçlarında kitap okumak, gözü çabuk yorar. Okumak zorlaşır. Anlama zorlaşır.

- Yüzükoyun yatarak kitap okumak, gözü yorar.

- Gözle kitap düzleminin eşit olmasına özen göstermek, gözün yorul­masını önler. Okumak kolaylaşır.

- Zaman zaman uzağa bakarak gözü dinlendirmek,

- Gözü parmakla oğuşturmak ve göze baskı yapmak. Gözün ve göz organlarının fizyolojik yapısını bozar.

- Koyu renkli gözlükleri uzun süre takmak, renk algılayan hücreleri etkiler. Renk algılama bozulur.

- Göz kapaklarını uzun süre açık tutmak, korneanın ıslaklığını kay­bettirir. Ağrı hissedilir.

- Kulağa vurmak, kulağı çekmek, kulak zarını yırtabilir.

- Kulağı sert batıcı cisimlerle karıştırmak, dış kulak enfeksiyonuna neden olur. Kulak zarı delinebilir.

- Tiz seslerden ve yüksek seslerden uzak durmak. Geçici ve kalıcı sağırlığı önler.

- Patlamalarda ağızı açarak, orta kulaktaki hava basıncını dengelemek, kulak zarını korur.

- Gürültülü yerlerde çalışırken, kulak takıcı kullanmak, sağırlığı önler.
Göz, kulak ve burun gibi duyu organlarını ve genel vücut sağlığını etki­leyen davranışlarından bazıları şunlardır. Bu davranışlar, duyu organlarımız ve genel vücut sağlığı ile yakından ilgilidir.

- Yeterli ve endirekt ışıkta okumak, ders yapmak ve çalışmak, gözü yormaz. Okumak kolaylaşır.

- Aniden karanlık ortamdan aydınlıktan ortalama geçmek göz reti­nasını etkiler. Göz uyumunu yapamaz.

- Değişen güçteki ışıklı ortamda kalmak iris kaslarını yorar.

- Güneşe direkt bakmamak, parlak ışık ve elektrik kaynağı gibi çok par­lak ışığa bakmamak, retinayı ve korneayı korur.

- Güneşte, karda, deniz kenarında uygun renkte gözlük kullanmak, gözü ışık ve ışından korur.

- Televizyonu normal uzaklıkta izlemek (ekranx5 ila 8) Televizyonun parlaklık ayarını iyi düzenlemek, gözü ve vücudu radyasyondan korur.

- Televizyon izlerken, oda yarı karanlık aydınlatılmalıdır.
- Uzun süre aynı cisim veya görüntüye bakmak, iris ve lens lif­lerini yorar. Renk algılama etkilenir.

- Suya girerken kulağı vazelinli pamukla tıkamak, korumak, kulağı enfeksiyondan korur.

- Burundan kıl koparmak, mik­roplara giriş kapısı açar.

- Burun karıştırmak, mukozayı zedeler ve enfeksiyon gelişir.

- Aksırk ve öksürük anında ağız ve burunu mendille kapatmak, akteri yayılmasını önler.

- Ele aksırmak, elin kirlenme­sine neden olur.

- Yüksek sesle konuşmak, ses tellerini zedeler,

- Burundan solunum yapmak, havayı solunuma uygun hale getirir.

- Yaralarla oynamak, sivilceleri sıkmak, septisemiye neden olur.

- Yerlere tükürmek, tükürenleri uyarmamak, hastalık yayar.

- Sigara, içki içmemek ve kumar oynamamak, içenleri ve oynayanları uyarmak, sağlıklı yaşam süresini artırır.

- Dişleri sert ve sivri maddelerle karıştırmak, çok sıcak ve çok soğuk içmek diş çürümesine neden olur.

- Dişlerle sert cisimleri kırmak, diş minesini çatlatır,

- Dişleri her yemekten sonra ve yatmadan önce fırçalamak, ağız ve diş sağlığını korur,

- Dişleri sağlık kontrolünden geçirmek, uzun süre sağlam kalma­ları için şarttır. Ağız ve diş sağlığı korunur.

Yanık Yanıklar Yanık Tedavisi

Yanıklar ve Yanık Tedavileri

Bu deri kazaları, çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir: Isı (katı, sıvı, buhar), güneş, elektrik, kimyasal maddeler vb. Nasıl davranılacağı, yanığın türüne ve genişliğine göre değişir. Fakat en büyük tehlike, daima enfeksiyon olasılığıdır. Bu rizikoya karşı derhal önlem almak gerekir.

Yanığın ciddiliğinin ölçütleri

Yanıkların tedavileri, ciddiyet durumları­na göre değişiktir. Bu da çeşitli etkenlerden kaynaklanır: Yanığın genişliği, derinliği, ye­ri ve sebebi.

Genişlik

Yanıklar ne kadar genişse, o kadar ciddi ve ağır demektir. Hayati bir teşhis koymak mümkündür: Yanan deri yüzeyiyle kazazede­nin yaşının yüzdesi toplanır, 75 göstergesinin altında, yaşama şansı yüksektir. 75-100 ara­sında yaşama şansı daha azdır; 100'ün üstünde ise kazazedenin kurtulma şansı çok zayıf­tır ve acil durum doğmuş demektir.

Küçük çocuklarla yaşlılarda ve hastalıklı kişilerde (şeker hastaları, veremliler, alkolik­ler) tehlike, daha büvüktür.

Derinlik

Yanık yarasının kapanması, buna bağlı­dır: Birinci derece yanıkta bir kırmızılık var­dır; ikincisinde kabarcıklar görülür; üçüncü derece yanıkta dokular da berelenmiş olabi­lir, hatta yanık kemiğe kadar işleyip gerçek bir karbonlaşmaya varabilir.

Yeri

Bu da yanığın ciddiyetini tespitte önemli bir ölçüttür. Bedenin doğal açık yerlerine ya­kın (ağız, makat) yerlerdeki yanıklar, çok da­ha kolay enfeksiyon kapabilir ve daha güç kapanır. Boyun ve ellerdeki yanıklar da önemli izler bırakabilir. Bir de özellikle duyarlı böl­geler (örneğin cinsel organlar), yüz, yanıkla­ra karşı aşırı duyarlıdır.

Sebep

Yakıcı madde içmekle (asitler, çamaşır su­ları, kostik soda) meydana gelen kimyasal ya­nıklar ve bazı elektrik yanıkları, bazen organizma açısından büyük önem taşır; çünkü iç yanıklara sebep olabilirler.

Her yıl ülkemizde yaklaşık 20.000 kişi yanmakta, bunların büyük bir bölümünü de çocuklar oluşturmaktadır. Modern tedavi yöntemlerine rağmen, pek çoğu ölmekte ve­ya hiç de estetik olmayan yaralarla sakat kal­maktadır.

Bazı basit önlemler almakla, özellikle ço­cuklarda yanık kazaları önlenebilir.

— Çocukları asla alevli bir cismin yandığı odada yalnız bırakmayın: Özellikle bebekle­ri sandalyeleri ile mutfakta bırakmayın. Ocak yanma yerleştirmeyin.

Çocuğun elini uzatıp yetişebileceği bir ye­re kaynar su dolu bir kap veya kızgın ütü bı­rakmayın.

— Yürümeye başlayan bir çocuğun uzanıp çekmesi ihtimaline karşı, kapların ve tavala­rın sapını duvara çevrili bırakmayı alışkan­lık edinin.
Birinin giysileri alev almışsa, öncelikle koşmasını engelleyin, yerde yuvarlamaya bı­rakmayın (enfeksiyon tehlikesi). Bunun ye­rine üzerine bir halı atmayı deneyin. Alevleri söndürdükten sonra da, temiz giysiler giydi­rin.

Guneş Yanıkları Cilt Yanıkları

Güneş Yanıkları - Cilt Yanıkları - Deri Yanıkları

Çoğunlukla çok ıstırap veren güneş ya­nıkları, bazen ciddi de olabilir. Birinci de­recede, yani yalnız kızarıklık görülen ya­nıklarda, etkili bir tedavi yoktur.

Fakat eczanelerde satılan bazı nem­lendirici ve deriyi teskin edici kremlerin yararı dokunabilir. Ancak bunların bazı­larının deride reaksiyonlara sebep olaca­ğı akıldan çıkarılmamalıdır. Herhangi bir ufunetlenme halinde, uygulamayı hemen kesip, bir deri uzmanına başvurun. Her şeyden önce, güneş yanıklı kişiyi göl­geye alın; su içirdikten sonra ateşini öl­çün. Ateş yükselmişse ve daha başka be­lirtiler (örneğin, ödem) de varsa, hemen doktora başvurmak gerekir. Küçük ço­cuklarda ve yaşlılarda önemlice bir güneş çarpması, sıcak çarpmasına dönüşebilir Veya bir beyin konjestiyonu söz konusudur.

Güneşte uzun süre kalmayın. Güneşte çok yanmak, deriye açıkça saldırı sayılır ve bunun izlerini daima taşıyabilirsiniz.

Güneş Çarpması, Sıcak çarpması

Güneşte uzun bir süre kalmak veya yor­gunluğun sebep olduğu bir zafiyet, şiş­manlık veya yaşlılık, bu olaya yol açabi­lir. Daha çok baş ağrıları, kusma, bayılma, solunum güçlükleri, hatta şok haliyle kendisini belli eder İlk belirtilerden sonra kişiyi hemen gü­neşten uzaklaştırmak, sırt üstü uzandır­mak, gerekirse, 37°C ısıda bir banyo yap­tırmak gerekir. Daha sonra kendisine ha­fif tuzlu, bol ve serin su verilebilir.

Belirtiler devam eder ve durum daha da ciddileşirse, derhal doktora danışın.

Kızarıklık Yanmalar Kabarıklar

Kızarıklıklar - Yüzde Kızarıklık

Kızarıklık Tedavisi
Ciddi olmaktan çok, ıstırap verici yanık­lardır. Vücudun yanan bölümü soğuk su altına tutulabilir. Bu çok etkili bir yöntem olmasa bile, rahatlatır. Özellikle yanık üzerine yağlı maddeler sürmekten kaçı­nın (pomad ve diğerleri). Çünkü bunlar ya­nığın derinliğini artırabilir. Kızarıklık çok genişse, doktora gidin.

Kabarıklar

Geniş veya dar, yanık kabartıları beyaz bir sıvıyla doludur. Bunun üzerindeki deriyi hiçbir zaman delmeye kalkışmayın. Deri açılmamışsa, en iyisi yanığa dokunma­maktır. Kabarık delinirse, bir yaraya oldu­ğu gibi özen gösterilmelidir

Ciddi yanıklar

Ciddi bir şekilde yanan kazazede, derhal bir hastanenin ilgili servisine götürülme­lidir. Bu arada yanıklara yara gibi davranılır.

Prensip olarak, yanık kazazedeleri soyulmaz, çünkü üzerlerindeki giysiler, aslın­da onu enfeksiyon tehlikesine karşı ko­rur. Ancak:

• Giysiler yakıcı sıvıyı veya kızgın buharı emmişse: Bu durumda yanan kişi bol soğuk suyla yıkanmalıdır.
• Giysiler ve iç giysileri sentetik doku-dansa: Bunlar da derinin üzerine eriyebi­lir. Bu durumda da soğuk su duşu öneri­lir.

Kızgın zeytinyağıyla yanma halinde: Der­hal soğuk suyla yanan uzvu yıkayın; çün­kü zeytinyağı, derin yanıklar meydana ge­tirir. Dış kimyasal madde yanıkları En az on dakika duş altında tutun. Sonra
yine su-altında giysilerini çıkartın.

İç yanıklar

Yakıcı maddelerin içilmesi, yemek boru­sunda iç yanmaya sebep olur. Mide, tok-sik maddelere karşı daha dirençlidir. Ka­zazedeyi kusturmaya çalışmayın, çünkü yemek borusu ikinci defa yanabilir. Da­ha çok içilen maddenin türünü öğrenin ve kendisini hemen bir hastaneye götü­rün. Cerrah, burada gerekli müdahalede bulunacaktır.

Elektrikle yanmalar - Göz yanmaları

Dikkat! Yanıklar bazı kişilerde solunum güçlükleri veya bayılma (şok) yaratabilir Böyle hallerde ge­cikmeden acil yardım Önlemleri uygulan­malıdır: Yan emniyet pozisyonunda yatır­ma veya hayat busesi

Yatak Yarası Tedavisi Bakımı

Yatak Yarası Tedavisi ve Bakımı (Dekübitüs)

Yatak yarası hastanın aynı pozisyonda uzun süre kalması nedeniyle özellikle yatak ile kemik çıkıntıları arasında kalan bölgelerde yüzeysel kan dolaşımı vücut ağırlığının etkisiyle bozulur. Kan dolaşımının bozulması ile birlik­te çevreden kaynaklanan fiziksel, mekanik ve bazı kimyasal faktörler nedeniyle doku hücreleri beslenemez. Oksijensiz kalan doku harabiyete uğrar ve ülser meydana gelir.

Yatak yarası deride kızarma ile başlar. Kızarma (Eritem) daha sonra morarmaya dönüşür. Moraran alanda deri bütünlüğü bozulur ve deri yer yer açılır. Açılma gittikçe yayılır ve enfekte olur. Yatak yarasının derinliği ve genişliği oranında hasta kan plazması kaybeder.

Yatak yarası, deri ve derialtı dokularına ve hatta kemiğe kadar derin-leşebilir.
Özellikle paralizili ve nörolojik hastalarda, diyabetlilerde, metabolizma bozukluğu olan hastalarda ve anemilerde çok sık görülür.

Yatak Yarasını Önleme (Tedavisi)

Tıbbi ve cerrahi tedavi amacıyla uzun süre yatan hastalarda yatak yarasının önlenmesi veya hafif geçirilmesi iyi bir hasta bakımı ile mümkündür. Tedavi sırasında yatak yarasını önlemek bakımın temel ilkesidir.

Yatak yarasını önlemek için aşağıdaki uygulamalar yapılır.
Hastaya bol proteinli bir diyet uygulanır.
Deri temiz, kimyasal etkenlerden uzak ve normal kurulukta tutulur. .
Hastanın yatış pozisyonu belirlenen zamanlarda sık sık değiştirilir. Yatağa temas eden ve basınç altında kalan, kemik çıkıntılarının bu­lunduğu bölgelere masaj yapılır. Yatak takımlarındaki kırışıklıklar giderilir.

Dışkı veya idrar ile kirlenen bölgeler sık sık temizlenir ve çamaşırlar değiştirilir.
Hastaya temas eden yatak yüzeyinin yumuşak olması ve kolay ha­valanabilir olması sağlanır. Yumuşaklık, çarşaf altına post veya sünger konması ile sağlanabilir.
Özel üretilmiş yüzeyi bölgesel olarak değişen havalı yataklar kul­lanılır.
Oluşan yatak yarasının bakımı için aşağıdaki uygulamalar yapılır.
Yatak yarası olma ihtimali yüksek olan ve kızaran bölgeye %70'lik alkol ile masaj yapılır. Antiseptikle silinir pudra ile kurulanır. Hekim tarafından önerilen antiseptik solüsyon ile açılan yaralı bölge pansuman yapılır. Yara kuru pansuman ile korunur.

Nekrozu olmuş dokular eksizyon ile alınır. Oksijen ile yara yıkanır. Yara kuru ve temiz tutulur. Gerekirse ultraviole tedavisi yapılır. Yaraya hücre çoğalımını hızlandıran pomatlar sürülür ve yara ko­ruyucu steril pansuman ile kapatılır.Yatak yarasının tedavisi hekim tarafından planlanır.

Kan Basıncı Tansiyon Nedir

Kan Basıncı Nedir, Tansiyon Tanımı ve Genel Bilgiler

Kalbin, sistol devresinde ana atardamar aort yoluyla atardamarlara pompalanan kanın damar çeperine yapmış olduğu basınca tansiyon denir.
Kan basıncına karşı arterler de karşı direnç gösterirler. Bu direnç arter­lerde fazla, venlerde azdır. Arterlerdeki kan basıncına arterial tansiyon, venlerdeki kan basıncına ise venöz tansiyon denir. Kalbin sistol durumun­daki kan basıncına maksimum (en yüksek) diyastal durumundaki kan basıncına da minimum (en düşük) basınç denir. Maksimum basınca sisto-lik basınç, minimum basınca diastolik basınç da denir.
Kan basıncı yaşa, cinsiyete, günün değişik zamanlarında ölçülmesine ve ölçme tekniğine göre değişir.

Kan basıncını Etkileyen Faktörler, Tansiyon Nedenleri, Sebepleri

1. Kanın Volümü
Dolaşım sistemi içinde dolaşan kan hacmi (volümü) normal olduğu sürece kan basıncı da normaldir.
Kanamalar sonucu meydana gelen kan kaybı, kan hacminin azal­masına neden olur. Kan hacmini azaltan plazma kaybı da aynı şekilde tan­siyonu etkiler.

2. Damarların Genişlemesi
Kan hacmi normal olduğu halde, damarlar gevşerse (Vasodilata-syon) kan dolaşımı bozulur. Kan dokularda birikir. Sonuç olarak tansiyon düşer. Kollapsta olduğu gibi.

3. Damar Esnekliğinin Kaybolması
Damarların yapısın oluşturan düz kaslar ve sinir sistemi normal çalışmadığı zaman damarlar esnekliğini kaybeder. Damarlar kan basıncına djrenç gösterir ve genişleyemez. Damar esnekliği kaybolursa tansiyon yükselir.

4. Kalbin Pompalama Gücü
Dolaşım sisteminin merkezi kalptir. Kalp, kendi kasından, damar ve sinir sisteminden kaynaklanan nedenlerle kanı arterlere pompalayamaz veya ye­tersiz pompalar. Kalp yetmezliğinde tansiyon düşer. Kalbin kan pompalama volümü azalır.
Kalp normalin üstünde kasılırsa, volümü azalır. Dolayısıyle tansiyon düşer.

5. Kapiller Direnç
Kapiller atardamarların dokulardaki en ince damarlarıdır (Kılcal da­marlar). Bunlara arterioller de denir. Arterioller venlerin kılcal başlangıcıdır. Kılcal damarlardan kanın dolaşımı zor ve dirençli ya da kolay-dirençsiz ise tansiyon etkilenir. Kılcal damarlar nörojenik nedenlerle daralır veya genişlerler.

6. Kanın Yoğunluğu (Vizkositesi-Kıvamı)

Kan hücrelerinin ve plazmadaki kan proteinlerinin yoğunluğu (azlığı-çokluğu) kanın akıcılığını etkiler. Plazma, tuz ve sıvı kaybında kanın vizkosi-tesi bozulur. Vizkosite bozukluğu tansiyonu düşürür.

Tansiyon Olculen Yerler Kan Basinci

Kan Basıncı Ölçülen Yerler

Kan basıncı genel olarak sol brakial arterden ölçülür. Hastanın du­rumuna ve aldığı pozisyona göre sağ brakial arterden de alınır.
Kalp hastalarında her iki koldan ölçmek ve aradaki farkı görmek gerekli­dir.
Kan basıncı palpasyon yönteminde radial arterden ölçülür. Bu amaçla ayak bileğindeki arterlerden de kan basıncı ölçülebilir.

Tansiyon Ölçme İlkeleri

• Kol düz şekilde olmalı ve desteklenmelidir. Kol kalp seviyesinde olmalıdır.
• Manşet ve steteskopun diyaframı doğru yere yerleştirilmeli,
• Manometrenin ibresi sıfırda olmalıdır.
• Tansiyon ölçülemediği zaman manşetteki hava tamamen boşaltılmalı ve 30-40 saniye beklenmeli, sonra yeniden ölçüm yapılmalıdır.
• Manşetin uzunluğu kola uygun olmalıdır.
• Kolda yara, enfeksiyon ve ödem olmamalıdır.
• Tansiyon ölçümü öncelikle sol koldan yapılmalıdır.
• Kolda enfeksiyon varsa manşetin altına gazlı bez konmalıdır.
• Hasta ruhen ve bedenen dinlenmiş olmalı.
• Fiziksel hareketlerden sonra hasta dinlenmelidir.
• Tansiyon aletleri bakımlı olmalı, doğru ölçüp ölçmedikleri sık sık test edilmelidir.
• Bazı ülkelerde mmHg biriminden başka birimler kullanıldığı için tan siyon aletleri çift göstergeli üretilmektedir. Hangi göstergeye göre tan­siyon ölçüleceği iyi bilinmelidir.
• Civalı tansiyon aletleri tercihen kullanılmalıdır.

Venöz Kan Basıncı Genel Bilgiler


Venlerde dolaşan kan, venlere 15 mmHg'lik civa basıncı yaparlar. Ven-lerdeki kan dolaşımı, venöz basınç ve venlerin anatomik yapıları yardımıyla kalbe doğru kolayca devam eder. Aynı zamanda arterlerin yanında yer alan venler, arterlerin genişlemesiyle daralırlar.

Bu daralma, vena kapakçıkları venöz kan basınç ve kalbin negatif emme gücü gibi mekanizmalar ile kan yer

Kanser Kemoterapiler

Kemoterapiden çok yararlanan türler (yüzde 50'den fazla)

Trofoblastik kanserler (Korionepitelioma gibi)
Testis kanserleri
Burkitt lenfoması
Hadghin lenfoması
Lenfositik lenfoma
Histiositik lenfoma
Akut lenfoblastik lösemi
Wilms tümörü
Ewing sarkoması
Çocuktaki embryonel rabdomyosarkoma
Meme kanseri
Yumurtalık (hver) kanseri

Kemoterapiden orta derecede yararlanan türler

Akut myelositer lösemi
Kronik lösemiler
Multipl myeloma
Prostat kanseri
Rahim kanseri
Sürrenal kanseri
Erişkin sarkomaları
Akciğer küçük hücreli kanseri
Mide kanseri

Kemoterapiden az yararlanan türler (yüzde 20'den az)

Akciğerin küçük hücre dışındaki türleri
Baş-boyun kanserleri
Yemek borusu ve bağırsak kanserleri
Rahimağzı kanseri
Melanoma
Beyin kanserleri
Böbrek ve mesane kanseri
Pankreas ve karaciğer kanserleri

Işınlama ve ilaç tedavisindeki başarının somut olarak değer­lendirilebilmesi için artık kanser odağının ölçülebilir olması ge­rekir. Örneğin lenf düğümlerinin veya ele gelen kanser kitlesinin veya röntgen incelemesinde akciğerdeki kanser kitlesinin bo­yutları ölçülebilir. Bu ölçümler hekimler arasındaki kavram birligini sağlayabilmek için de değerlendirilmiştir. Tedavi ile kanser odağı ve belirtilen tamamen silinmişse "tam cevap- tam remisyon - silinme" deyimi, tümör odağında iki çapın çarpımı sonucu yüzde 50 azalmışsa, "kısmi cevap remisyon silinme" deyim­leri kullanılır.


Ender vakalarda kanser odağının hatta metastazlarının (hıpernefroma, melanoma da) kendiliğinden silindiği ve hastanın iyileştiği gözlenmiştir. Bu olay hastanın bağışıklığında oluşan bir değişiklikle vücuduna yabancı odağı ortadan kaldırması şek­linde açıklanmıştır. Bu görüş kanser ile bağışıklık ilişkisine ağır­lık veren hipoteze de uygundur. Bu noktadan hareketle tedavide değişik aşı yöntemlerinden de yararlanma denenmiştir. Bu yak­laşıma "İmmünoterapi - Bağışıklık tedavisi" denmektedir.

Hastanın çıkarılan kanser dokusu ışınlanarak veya kimya­sal işlemlerden geçirilerek hastaya tekrar aşı gibi verilebilir. Bu yöntem "aktif immünizasyon" olarak tanımlanır. Bu tür aşı­lamanın bir türü de kişide bağışıklığı sağlayan lenfositlerinin vücut dışında kamçılanması ve tekrar hastaya verilmesidir. Son günlerde ABD'de "kansere çare bulundu" flaş haberine yol açan deney de hastanın vücut dışına alınan lenfositlerine laboratuvarda üretilen lenfositin etkili maddesinin (interleukin) yama­narak tekrar hastaya verilmesidir. Diğer bir yöntem, laboratuvarda hücre veya dokuya bağışıklığı geliştirilmiş serumların kullanılmasıdır. "Pasif immünizasyon". Hastalık türünle ilgisi olmayan ve başka hastalıkların aşısının vücuttaki bağışık­lığı uyandırıcı olarak kullanılmasına ise "Nonspesifik - özgü olmayan immünizasyon" diyoruz. Örnek olarak verem aşısı BCG'nin belirli aralıklarla hastaya verilmesi veya derideki kan­ser odakları içine zerk edilmesini gösterebiliriz. Bu yöntemle­rin az-çok faydalarını belirten çalışmalar yayınlanmışsa da, genelde dikkate değer bir başarı sağlanamamıştır. Ancak tamamen başka amaçla geliştirilen ilaçların incelenmeleri sırasın­da bağışıklığı artırıcı etkileri görülmüş (Parazit ilacı Levamisole gibi) ve bu türdeki ilaçların sayısı artmaya başlamıştır. Kemoterapi ile birlikte kullanıldığında başarıya katkıda bulundukları kabul edilmektedir.

Kanser hastalarının tedavisinde doğrudan hastalığa yöne­lik tedavinin yanında "Destek Tedavisi" olarak adlandırabilece­ğimiz bir bölüm de vardır. Uzun sureli bu hastalıkta tedaviye en önemli yardımcı, hastanın beslenmesinin istenen düzeyde tu­tulmasıdır. İştahsız, halsiz olan bu hastalara tedavinin de ekle­diği bulantı gibi yan etkiler, beslenmeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bakımdan, az miktarlarda, yüksek kalori ve protein değeri olan yiyeceklerin sık öğünler şeklinde verilmesi uygundur. Mutfağımızın temel yiyeceklerinden beyaz peynir, yo­ğurt, ayran ve bal iyi örneklerdir. İştahsızlık yanında sindirim kanalı kanserleri veya bu kanalı dışarıdan basan durumlarda ise hastayı serumlarla beklemek gerekebilir. Beslenmede gıdanın yanında vitaminlerle destek, genel duruma olumlu katkılarda bulunacaktır. Günlük yaşamda beslenmenin yanında, hastanın hareketinin programlanması da gerekir. Yatağa bağımlı kalan hastanın yalnız psikolojik açıdan değil, kas gücü, dolaşım ba­kımından da toparlanması güçtür. Bu nedenle hastalığının izin verdiği sınırlar içinde hasta hareket etmeye teşvik edilmelidir. Gerek beslenme, gerekse hareket konularında bir ölçüde has­ta ikna edilirken sosyal, ekonomik durumu yanında, eğitim dü­zeyi hekimin yaklaşımına yön verecektir. Uzun sürecek bu hastalıkta hekim-hasta arasındaki psikolojik ilişki, büyük ağır­lık taşır, ülkemizde bu konunun ayrı bir boyutu da vardır. Batı ülkelerindeki hastanın hastalığını tam olarak bilmesi sosyal bir hak sayılarak, gerçek kendisine açıklanırken; bizde hastanın ya­kınları hastalığın saklanmasını veya durumun çok yumu­şatılarak açıklanmasını hekimden istemektedir. Sosyal hemşire mesleğinin olmadığı ülkemizde bu durum kanser hekimlerinin görevini büsbütün güçleştirmektedir. Ancak bu noktada toplu­mumuzdaki yakın aile ilişkileri, bu yükü büyük ölçüde paylaş­maktadır.

Tüm kanser hastalarına ilişkin bu destek tedavinin dışında, cerrahi girişim sonucunda normal beden yapısında değişiklik yapılması zorunluluğu doğmuş hastaların "rehabilitasyonu" da bir diğer sorundur. Yapay kol ve bacak takılan, bağırsak veya idrar kanalı karın cildine açılmış, ses aygıtı alınmış hastaların yeni durumlarına alışmaları için sosyal hemşire desteği çok önemli bir yardımdır. Ne yazık ki, bu kurum ülkemizde yok de­necek kadar azdır. Bu hastaların yapay aygıtları kullanmayı öğ­renme dışında psikolojik olarak desteklenmeleri de tedavinin özellikle yaşam kalitesindeki başarısını artırmaktadır. Ülkemizde bu yükü,hastanın yakın çevresi taşımaktadır.

Kanser Tedavisi ve Cerrahi Girisimler

Kanser Tedavisinde Cerrahi Girişimler

Önleyici cerrahi: Bazı dokulardaki değişiklikler kötü huylu olmamakla beraber zaman içinde kansere dönüşebilme olasılı­ğı nedeniyle hekimin dikkatini çeker. Örneğin midede uzun sü­re iyileşmeyen derin ülserler, kalırı bağırsaktaki poliplerden parmaksı yapıda olanlar, tiroiddeki iyod tutmayan işlev dışı düğümler, memedeki bazı sert salgı yapan tümörler

Bu yöndeki kesin kararda hasta­nın yaşı, genel durumu, yakınmaları, psikolojik durumu gibi de­ğişik etkenler, cerrahı yönlendiricidir.

Tanı için cerrahi: Yukarıda saydığımız ve benzeri doku de­ğişikliklerinde kesin tanı, o doku çıkarılıp, mikroskopik incele­me yapılmadan konamaz. Olayın yerine göre ya dokudan bir parça alınıp inceleme yapılır veya doku değişikliğinin tümü çı­karılarak incelenir. Bir parça alınması için "biopsi" deyimini kullanıyoruz. Bugünkü gelişmiş radyolojik incelemeler, şüphe­li doku vücut içinde derinde de olsa o noktaya cerrahi kullan­madan, uygun bir iğne ile ulaşmamıza olanak sağlayabil­mektedir. Bu durumda, "iğne biopsisi" deyimi kullanıl­maktadır. Hastanın bayıltılarak tanı için yapılan cerrahi gi­rişim sırasında, ameliyatın genişletilmesi kararı için mikroskopik sonucu gerektiren durumlar da doğmaktadır (Ör­neğin, memedeki şüpheli urlarda, yalnız düğümcüğü veya me­menin tümünü çıkarmak kararı gibi). Bu durumda alınan örneğin, dondurularak derhal incelenmesinde "frozan section" İngilizce deyimi kullanılır.

Bu durumlarda göğüs boşluğunda veya karın boşluğunda bir tümörden şüphelenildiğinde ve önceden kesin tanı olmak­sızın inceleme amacı ile yapılan cerrahi girişimlere "Eksploratuar Cerrahi" denir. Bu girişim karın boşluğunda ise "Laparatomi", göğüs boşluğunda ise "Torakotomi" adını alır. Bu girişimler kesin tan: koyma yanında, eğer olay kanser tanı­sı ile sonuçlanırsa, ek olarak hastalığın yayılması ve evresi hakkında da elzem bilgileri sağlar. Bu evrendirme ilerde kullanılacak tedavi yönteminin saptanmasındaki en önemli et­kendir.

Yıllar içinde gelişen teknik yöntemler tanı için gerekli giri­şimlerde cerrahi yöntem sayısının azaltılmasını sağlamıştır. Ör­neğin, fiberoptik teknik, büyük cerrahi girişim yerine vücut boşluklarına ışıklı hortumların yöneltilerek doku parçalarının alı­nabilmesini sağlamaktadır. Karın boşluğu için "laparoskopi" mi­de için "gastroskopi" akciğer bronş ağaçı için "bronkoskopi" adları ile anılan yöntemler örnektirler.


Bazı durumlarda tedavi sonuçlarının kesin sonucunu gör­mek ve devam edilecek tedavi yöntemine karar vermek için vü­cut boşluğunun cerrah tarafından tekrar görülmesinde yarar vardır. Bu tür cerrahi girişim İngilizce deyimiyle "second-look" olarak anılır. Örneğin yumurtalık kanserlerinde uygulanan bu ikinci girişimlerde ilk ameliyatta çıkarılamayıp da sonraki ilaç ve/veya ışın tedavisiyle küçülerek çıkarılabilir hale gelmiş tü­mör artıkları da varsa temizlenebilirler.

Tekrarlamada (nükste) cerrahi: Doğal seyri yavaş olan kan­serlerde birinci tedavi girişimlerinden aylar veya yıllar sonra tek­rar aynı bölgede veya komşu alanlarda hastalığın tekrar tomurcuklandığı görülebilir. Örneğin meme kanserinde derideki düğümcükler, bağırsak tümörlerinde tekrarlamalar, mesane ve tükürük bezi düşük dereceli tümörlerindeki tekrarlar gibi. Bu tekrarlayan tomurcukların cerrahi çıkarılması için yapılan giri­şimlere "Rekürrens cerrahisi" denir.

Şifaya yönelik cerrahi (küratif): Kanserde temel amaç, kan­serli dokunun tümüyle ve hiçbir yayılma olmaksızın çıkarılma­sıdır ki, bu gerçekleşmişse hastalık tekrarlamayacak ve hasta şifaya kavuşacak demektir. Hasta dokunun tümünün çıkartı-labildiği cerrahi girişim, küratif olarak tanımlanır.


Tümör küçültücü (reduktif) cerrahi: Ameliyat sırasında ve­ya daha önceki incelemelerden tümörlü dokunun tümüyleçı-karılamayacağı anlaşılabilir. Ancak hastaya ışın ve ilaç tedavileri ile bir şans tanımak için çıkarılabilecek kadar tümörün ayıklan­ması yoluna gidilir. Bu tür cerrahi, sonucuna bağlı olarak "Re­duktif cerrahî" deyimiyle tanımlanır.

Rahatlatıcı (palüatif) cerrahi: Kanserde olay tümüyle çıkarı­lamayacak düzeyde ilerlemiş ve hastanın günlük beden işlev­lerini bozacak belirtiler başlamış olabilir. Örneğin bağırsak tümörlerinde bağırsak tıkanmasında sürekli kusmalar başlamış dışkılama tamamen durmuş olabilir. Büyüyen tümör baskısı ile şiddetli ağrılar ve felç durumu ortaya çıkabilir. Hastanın şifaya kavuşturulamayacağı bilinse bile, kalan hayatını nispeten rahat geçirebilmesi için bu baskıları kaldırmak amacı ile, cerrahi yol­dan tümörün bir kısmı kazınır. Bu tür cerrahi girişimler "palliatif" deyimiyle anılırlar.

Cerrahi girişimlerde, amaç ve sonuca göre verilen bu adla­rın yanında kullanılan teknik yönteme bağlı adlandırmalar da vardır. Kanser dokusu normal dokudan farklı olduğundan tek­nik bakımdan bisturi ile keserek ve ipliklerle bağlayarak, yapıl­ması çok güç ince işlevler için değişik teknikler kullanılmaktadır. Elektrik akımı geçen bir uç (elektrokoter) cer­rahi sahadaki küçük damarcıkların kanamasının durdurulmasın­da, iltihaplanma gösteren dokuların yakılarak sterilize edilmesinde bir çeşit bisturi gibi kullanılabilir. Biraz değişik bir teknik de (cryo-surgery) adı altında elektrik akımı yerine don­durucu bir ucun kullanılarak cerrahinin yapılmasıdır. Özellikle derideki bazı benlerin çıkarılmasında bu yöntem sık olarak kul­lanılmaktadır. En son gelişen teknik ise "laser" ışınlarının yö­neltilmesi ile kanserli dokuların bir çeşit yakılmasıdır. Bu yöntem önümüzdeki yıllar için gelişme vaadetmektedir.

Tedavinin ikinci temel taşı ışın tedavisinde de kullanma ama­cına, uygulama şekline göre adlandırmalar vardır. Işınlamada temel amaç, kanser hücrelerine yöneltilen ışın ile bu hücrele­rin öldürülmesi, fakat çevredeki sağlam doku veya organa za­rar verilmemesidir.

Şifa sağlayıcı radyoterapi: Var olan kanser dokusunun tü­münü içine alan alana hücre öldürücü dozun uygulanabilmesine "küratif radyoterapi" denir. Bazı durumlarda ışınlamanın şifa sağlayamayacağı halde hastanın hayatını tehdit eden veya çok ağrılı bulguların kontrolü için "rahatlatıcı veya dindirici" amaçla da ışınlama yapılır ki, bu işlem "paliatif radyoterapi" adını alır. Örneğin rektum kanamalarında, bronş kanamalarında, omuri­lik basılarında, dolaşımda venöz dönüşen engellemesinde, si­nir ağlarına olan basılarda uygulanan radyoterapi.

Işınlama X-ışınları, gamma ışınları ve elektronlar kullanıla­rak kanserli hücreleri öldürmektedir. Bu ışınların mümkün olan en kontrollü ve etkin şekilde uygulanması için teknik gelişme­lerde büyük atılımlar sağlanmıştır. 1943'te yüksek enerjili X-ışını ve elektron hızlandırıcı Betatron, 1951 yılında da "çizgisel-lineer hızlandırıcılar"ile Cobalt -60 cihazları geliştirildi.Çok sık kul­lanılan Cobalt -60 cihazlarındaki kaynak yüksek enerjili gamma ışını vermektedir. Bu kaynak kendi kendine de radyoaktif özel­liğini yitireceğinden ortalama 5 yılda bir kaynağın yenilenmesi gerekir.
Işınlama yöntemine göre de bazı deyimler kullanılmaktadır.

Eksternal - Dıştan ışınlama: Derideki kanserli doku dıştan yönlendirilen ışınlarla tedaviye alınır. Uygulamanın doğru ya­pılması için ışınlanacak alanın tam saptanması önemlidir. Rad­yolojik teknik başta olmak üzere bilgisayar yardımıyla ışın fizikçileri ve hekim elbirliği ile alanı, yönleri ve doz dilimlerini hesaplar. En önemli nokta komşu ve ışına duyarlı organların mümkün olduğunca az ışın almasıdır. Bu amaçla derin tümör­ler birden fazla yönden ışınlanır. Bu planlamada vücut modeli görevini yapan cihazlara "Simülatör" denir.

Vücut boşlukları ile komşu dokulardaki kanserlerde bu boş­luklara sokulabilen ve ışın yayma özelliği olan gereçler radyo­terapi için kullanılabilir. Örneğin rahim, rektum ve son zamanlarda yemek borusunda bu yöntem kullanılmaktadır ki, bu yaklaşıma "İntrakaviter-boşlukiçi radyoterapi" adı verilir. Ge­rek eksternal, gerekse intrakaviter ışınlama aralıklı zamanlar­da yapılır. Günde bir veya birkaç defa belirli bir süre ışın verilir. Bir diğer ışınlama yönteminde ise kanserli dokunun içine ışın yayma özelliği olan radyoaktif çekirdekler veya iğneler yerleş­tirilerek, ışınlama yapılabilir. Bu yönteme "Dokuiçi-lnterstisyel ışınlama" diyoruz. Daha sık rahim kanserinde uygulanan bu yöntem son zamanlarda akciğer kanserinde de denenmektedir. Bu yöntemdeki özellik hekimin kanserli dokuya ulaşarak bu çekir­dekleri yerleştirebilmesidir. Işınlama çekirdekten tüm çevresi­ne aynı değerde olacağından bu daha çok top gibi olan kanserli dokularda tercih edilmektedir. Ancak yeni tekniklerle iğne şek­linde ve ışın yayma özellikleri planlanabilen ışın kaynakları ge­liştirmeye çalışılmaktadır.


Bir diğer sınırlı ışınlama tekniği de kimyasal işlev özelliği taşıyan bazı organlara bu özgü kimyasal maddenin radyoaktif şeklinin verilmesidir. Böylelikle bu radyoaktif madde adı geçen organa giderek orada ışınlama görevi yapmaktadır. İyod tutan tiroidin kanserlerinde bu yöntem kullanılmaktadır. Ancak bir maddeyi bu kadar özgül seçici olduğunu bildiğimiz organ şim­dilik yalnız tiroid ve eritrositlerdir.

Radyoterapi (ışınlama) değişik tür kanserler üzerinde farklı etkinlik gösterir. Bu bakımdan bu doku ve tümör türlerini şu şe­kilde kümelere ayırabiliriz:

Işının en etkili olduğu küme: Lenfatik doku (Hodgkin ve Hodgkin dışı lenfomalar), kemik iliği hücreleri (lösemilerde tüm vücut ışınlaması veya vücut dışı ışınlama veya lösemilerde ilik dışı organ odakları), testis (seminoma türü), yumurtalık (disger-minoma, granuiosa hücreli tümörü).
Işının etkili olduğu küme ise: Orofarenks epiteli (orofarenks ve larenks epidermoid kanserleri), yemek borusu (epidermoid kanseri), deri (bazal hücreli kanseri), mesane değişken epiteli (mesane kanserleri).


Orta derecede etkili olduğu dokular: Bağ dokusu, beyinin nöroglial dokusu, damar endoteli, çoğalmakta olan kıkırdak ve kemik dokusudur. Bu dokulardan kaynaklanan kondrosarkomalar, osteosarkomalar her tür tümörün damar yumakları, beyin astrositomaları ışına orta derecede duyarlıdır.

Radyoterapinin az etkilediği dokular: Olgunlaşmasını ta­mamlamış kıkırdak ve kemik, salgı bezleri, bronş epiteli, pank­reas epiteli, tiroid epiteli, karaciğer ve böbrek epiteli ve bu dokuların kanserleri sayılır.

Işına en dirençli dokular ise: Kas ve sinir dokusu ve bu do­kuların tümörleridir.
Ancak uygulamada bu duyarlılık derecelerinin yanı sıra, tü­mörün bulunduğu bölge ve çevresi de çok önemlidir.

ışınlamanın, ışınlanan alan, çevresindeki doku, toplam ışın dozu ve ışınlama aralığı ve de aynı anda kullanılan kemoterapi varsa birleşik etkiye bağlı, bazı yan etkileri söz konusüdur. Bu etkiler erken dönemde ve geç dönemde görülen etkiler olarak ayrılabilir Erken etkiler arasındaki en önemlisi kemik iliği baskısı sonucu kansızlık ve akyuvar sayısının azalmasıdır. Bunun yanında, halsizlik, bulantı şikâyetleri de ön plana geçebilir. Geç van etkiler arasında ışınlanan alanın kalınlaşması, kanlanma­sının bozulması ve kangrenleşmesi (radiobionekroz) görülebi­lir Bu tür nekrozun kemikteki şekli en sık alt çenede Görülmektedir. Işınlamadan sonra dış kökleri de zedelenerek dişler dökülebilir. Akciğer dokusunun fibrozu (elastikiyetinin kaybı) böbreğin sklerozu, bu organların normal işlevlerinde ka­yıplara neden olabilir. Dokuların bir çeşit kavrularak kalınlaş­ması, kanal yapısındaki organların tıkanmasına (bağırsak, idrar yolu, yemek borusu gibi) yol açabilir. Bu organlar delinebilir. Işınlamadan uzun süre sonra sinirlerin dejenere oluşu ve buna bağlı çeşitli sinirsel yan etkiler de ortaya çıkabilir.


Kanser tedavisinde üçüncü yöntemimiz ilaçla tedavi, 1940 yılından beri gittikçe artan bir ivme ile gelişmektedir. Amacına göre ilaç tedavisi de (kemoterapi) farklı deyimlerle anılır: Şifa­ya yönelik kemoterapi (Küratif kemoterapi) sonunda hastayı tam şifaya kavuşturan kemoterapidir. Bugün korionepitelioma, Wilms tümörü, Burkitt lenfoması ve ienfomaların bir bölümün­de şifa sağlanabilmektedir. "Rahatlatıcı -Palliatif kemoterapi" ise, sonunda şifa şansı olmasa bile hastanın şikâyetlerini ve kanserin toksik etkilerini azaltıcı, yaşam süresini hem de daha rahat koşullarda bir ölçüde uzatmak amacı ile uygulanan ilaç tedavisidir. Önleyici amaçla kullanılan ilaç tedavisine ise "Adjuvant-destek kemoterapisi" adını veriyoruz. Bu durumda kanser cerrahi veya ışın yöntemleri ile tümüyle çıkarılmış veya silinmiştir. Ancak, deneyimlerimiz böyle düşündüğümüz vaka­ların önemli bir bölümünde bir süre sonra yeni tomurcuklan­maların çıktığını göstermiş ve bu olay gözle saptayamadığımız yırtıkların zamanla odaklaşmalarına bağlanmıştır. Bu olası artık­ların silinmesi için ilaç tedavisi önerilmektedir.

Kanser Erken Teshis Korunma Kontrol

Kanserde Erken Teşhis, Korunma Yöntemleri,
Kanserde Doktora Başvurma Zamanı

Yaşam süreci içinde kanser sıklığı incelendiğinde iki dönem­de artış görülür. Birinci dönem buluğdan önceki dönem, ikin­cisi ise 40-50 yaşlarından sonraki yaşlılık dönemidir Bu iki dönemde kişinin bağışıklık açısından daha duyarlı oldu­ğu bilinmektedir. İlk dönemde kalıtım etkeninin, ileri yaşta ise yaşlanmış dokular ve çevre etkenlerin birikiminin artışa yol açtığı düşünülmektedir. Bu noktalar dikkate alındığında her za­man için aralıklı sağlık kontrollerinin yararının yanında, özellikle bazı dönemlerde bu kontrollerin daha da önem kazandığı orta­ya çıkmaktadır.

Bu konuda tavsiye edilecek tutum, genel sağlık sorunları için yapılacak tavsiyeden farklı değildir. Kişinin sağlığı için iz­leyeceği en uygun yol, mümkünse bir aile hekimine, değilse bir sağlık kurumuna şikâyeti olsun olmasın, yılda bir kontrol için başvurmasıdır. Her yıl bunu uygulamak güç geliyorsa, hiç ol­mazsa kritik bazı devirlerde ihmal edilmemelidir.

Bu dönemler hangileridir? Vücuttaki hücre gruplarının büyük bir kısmının hayatın belirli dönemlerinde işlevleri artmakta ve­ya azalmaktadır. Bu işlev değişikliği hormon dediğimiz iç sal­gıların yönetimindedir. Çocukların boy atması, yaş dönemleri hep bu hormonların yoğunluğu ile ilgilidir. Bu yoğunluk değişikliği karşısında hormona bağımlı hücreler de duyarlı bir dönem geçirirler: Bu zamanlar hormon etkisindeki dokular için eğer bir zemin varsa kanserin daha sık tomurcuk­landığı dönemler sayılır.
Hayatın ilk yaşında bebek gelişimi ve aşıları yönünden dok­torunun çizeceği takvime göre sık izlenecektir.

Bundan sonra okula başlayana kadar yılda bir, gerekli aşı­ların tekrarlanması gerekir ve okula başlarken genel bir değer­lendirme çok yararlıdır. Bundan sonra ergenlik belirtilerinin başlangıcı hem erkek, hem kız çocukları için sağlık açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Kadınlar için buna ek olarak evli­liğin başlangıcı, gebe kalma ve lohusalık sonu dönemleri ve çağ­daş toplumlarda doğum kontrolü için hap kullanma veya spiral takma ve çıkartma tarihleri, meme ve üretim organları kanserlerinin kontrolü için sağlık kontrolünün yapılması gereken dö­nüm noktalarıdır.

Çeşitli çalışmalarda 40 yaş, dokuların yaşlanmaya başladı­ğı daha doğrusu yaşlanmanın hızlandığı dönem olarak saptan­mıştır. Bu yaşta genel sağlık kontrolü çok önemlidir ve bu yaştan sonra yılda bir tekrarı uygundur. Bu dönemin özellik gös­teren bir noktası da kadında adet kesilmesinin başlaması, erkeğin de cinsel hormonlarının azalması (andropoz) devreleridir.

Bu konu işlenirken son yılların modası (Check-up) sorunu­nu da işlemek gerekir. Yukarıda önemli yaş noktalarını saydı­ğımız genel sağlık kontrolleri gerçek anlamıyla bir(Check-up)'tır. Ancak, tavsiyemizin hekim muayenesi olduğuna dikkatinizi çek­mek isterim. Hekim uygun gördüğünde bazı laboratuvar kont­rollerini de bulgusuna veya hastanın yaşına göre isteyecektir. Örneğin: 40 yaş erkek kontrolünde bir akciğer röntgeni ve elektrokardiyogram, dışkıda gizli kan aranması uygundur. Son de­ğerlendirme de yine hekime aittir. Ülkemizdeki yanlış uygulama Check-up laboratuvarı adı altında, aile hekiminin yönlendirme­sinden bağımsız olarakbir dizi testin,özellik gözetilmeksizin her­kese uygulanmasıdır.


Bir şikâyet, belirti olmaksızın hekim kontrolünün özellikle hangi dönemlerde gerekli olduğuna değindikten sonra, bir şi­kâyet veya belirti halinde hekime başvurmanın gereğini hatır­latmak isterim. Basitmiş gibi görünen belirtiler için iki hafta kadar kendiliğinden veya basit tedbirlerle iyileşmesini bekle­mek bir kayıp olmayabilir. Ancak iki haftayı aşan durumlarda hekime başvurulması şarttır. "Kanserde erken tanı, hayat kurtarır" sloganının temeli, bu basit belirtilerin ihmal edilmemesindedir.

Kanser Belirtileri Kanser Hastaligi Nedenleri

Kanserden şüphe ettiren belirtiler nelerdir?, Kanser Hastalığı Belirtileri

Kitapçığımızın başında kanseri tanımlarken, yapısı bozuk bir hücre yumağı olduğunu belirtmiştik. Ancak hastalığın ileri dö­nemlerinde hastalığın vücuttaki etkisi, bu oluşumun yalnız kit­le belirtilerinde kalmayıp, tüm organizmayı etkileyen etkenlere ve belirtilere dönüşmektedir. Nitekim kanserden ölüm, kanse­rin başlangıcı olan kitlenin mekanik özelliklerinden çok daha fazla, bu dokunun ve başka bölgelere sıçrayan odakların toksik salgılarının tüm vücut metabolik dengesini bozmasıyla olmaktadır.

Bu nedenle kanserde ilk belirtiler kitlenin varlığı ve hemen komşuluğu ile ilgili başlayabileceği gibi; bu odaktan uzak bir sıçrama odağındaki belirti veya vücudun genel bir rahatsızlığı - tepkisi (halsizlik, iştah kaybı, kilo kaybı, ateş) gibi de ortaya çıkabilir.
Belirtilerin belli doku türlerine özgü olanlarını o dokulara gö­re sıralanması izleme kolaylığı sağlayacaktır.

Deri kanserleri: Daha önceden varolan bir ben veya deri ka­barıklığının renk değiştirmesi, koyulaşması, kaşınmaya başla­ması, büyümesi veya basit bir tahriş sonucu sık kanaması, buradaki hücrelerin yapısındaki bir değişikliğe işarettir.


Yumuşak doku tümörleri: Bölgesel kabarıklık veya tümörün olduğu bölgedeki sinirlere karşı nedeniyle o bölgede veya bağ­lantılı olduğu sinir ağına uygun bölgelerde, ağrı, duyu bozuklu­ğu belirtileri görülebilir.

Kemik tümörleri: Bölgesel şişlik ve ağrı en önde gelen belir­tidir.
Beyin tümörleri: Beyinin yerleştiği bölgesindeki işleve gö­re çok farklı belirtiler verecektir. Denge bozukluğu, kulak çın­laması, sara nöbeti belirtileri gibi. Ancak beyindeki omurilik sıvısı kanallarının tümör baskısı nedeniyle tıkanması beyin içi basıncının artmasına ve baş ağrısı, görme bozukluğu, bulantı, kusma gibi şikâyetlere yol açar.


Larenks kanserleri: 15 günü aşan ses kısıklığı, ses telleri böl­gesindeki tümörlerin ilk belirtisidir.
Sindirim sistemi tümörleri: Özellikle katı gıdalarda yutma güçlüğü yemek borusunda bir daralmayı düşündürür ki, bu or­ganın tümörüne bağlı olabilir. Hazım güçlüğü, sık kusma, ka­rında veya bele vuran ağrı, mide kanserindeki en sık habercilerdir. Yine bu bulgular ve bunların yanında kişinin gı­da rejimini değiştirmemesine rağmen dışkılama düzeninin bo­zulması, peklik veya sürgünün başlaması, dışkıda kan görülmesi ise bağırsak kanserinin belirtileri arasındadır.
Mikrobik bir nedene bağlanamayan ve safrakesesi taşı sap­tanamayan sarılıklar ise, pankreas tümörlerini düşündürür.


Akciğer tümörü: Bugün için erkeklerdeki en sık tür olan ak­ciğer kanserinde ise kısa sürede tedavi edilemeyen öksürük, balgamla birlikte kan izleri, daha sık sırtta, kürek kemiği çevre­sinde olmak üzere göğüs duvarının herhangi bir bölgesindeki ağrı, araştırılması gereken belirtilerdir.
İdrar yolları tümörleri: İdrar renginin kirli pembeye dönme­si veya doğrudan kan görülmesi ilk önce böbrek taşını düşün­dürür; ancak idrar yollarında bir tümöre de bağlı olabilir. Böbrek tümörleri ise uzun süre belirtisiz, sinsi olarak gelişir, ancak bel boşluğunda şişlik ve ağrı ile ortaya çıkabilir. Testislerde ağrı, sertlik ise bu organların kanserini düşündürmelidir. İdrarda zor­luk, çatallaşma, prostat büyümesinin belirtisidir ki, bu büyüme­lerin bir kısmı da kötü huylu olabilir.
Kadın genital tümörleri: Kadınlarda âdetlerin dışındaki dö­nemdeki kanamalar rahim ağzı tümörlerinin en sık görülen belirtisidir. Diğer genital organ tümörleri ise âdetlerde düzen bozukluğu, karında şişlik veya ağrı ile kendilerini gösterebilirler.


Meme tümörü: Meme kanseri ise kadınlardaki en sık görü­len türdür. Daha çok ağrısız bir sert kitle ilk bulgudur. Ancak meme başından kanlı akıntı, meme başının içeri doğru çekil­mesi, koltuk altı bezlerinin şişmesi de ilk işaret olabilir.

Lenfomalar: Lenf bezlerinin kanserinde lenf bezlerinin şiş­mesi, genel ateş, kansızlık, halsizlik ilk bulgulardır. Kan kan­serlerinde aynı bulgular yanında, izah edilemeyen çürükler, diş eti, burun kanamaları ilk bulgular olabilir.

Yukarıda olayın başladığı doku ve vücut bölgelerine göre sı­raladığımız belirtiler yerine bazı vakalarda tümörün sıçradığı odaklardaki belirtiler ön plana geçebilir. Bunlar arasında, bir çarpma olmadan meydana gelen kırıklar, hareket kusurları, his kusurları (kol, bacakta yanma hissi gibi), felçler ilk belirti şek­linde ortaya çıkabilir.

Kanser Nedir Kanser Hakkinda Bilgi

Kanser Nedir, Kanser Hakkında Bilgiler, Kanser Nasıl Oluşur

Kanser Hastalığı Normal yapısı bozulan bir hücre veya hücre grubunun bu anormal yapısına rağmen çoğalmaya başlaması ve sonunda tüm bedeni zehirleyebilecek ürünleri olan bir odak oluşturmasına
"kanser" diyoruz.

Doğa bu anormal değişime iki temel yöntemle karşı koymak­tadır:

A. Normal yapısı bozulan her hücre yaşayamaz, çoğalamaz, bu nedenle de kanser hücresine dönüşemez. Tersine, normal­den sapan bu hücrelerin büyük çoğunluğu bu yeni yapılarıyla yaşayamaz ve ölürler. Ancak küçük bir bölüm bu yapı bozulma­sına rağmen ölmez ve bölünerek çoğalmaya başlar. Böylece kanser odağı oluşur.
B. Vücutta ortaya çıkan bu normal dışı hücrelerin yabancı yapısını tanıyan bağışıklık tepkisiyle görevli hücreler, yeni oluş­maya başlayan kanser odağını sarıp silebilirler. Ancak bu bek­çilik görevinin başarılabilmesi için iki temel koşul gerekir:

1. Vücutta bir yabancı odağın-bulunduğu uyarısının, odak çok büyümeden algılanması.
2. Bu uyarıya uyabilecek bekçi hücrelerin (bağışıklık görev­lilerinin) vücutta yeterli düzeyde olması.


İşte bu iki koruyucu yöntem de çalışmazsa kanser hastalık­ları diye adlandırdığımız klinik olaylar ortaya çıkar.

Bazen hücreler yapısal bozukluk göstermeden de bazı odak­lar halinde büyüyebilirler. Bu tümoral oluşumlara iyi huylu (se­lim) tümörler denir. Bu tümörlerin toksik salgıları yoktur ve kit­lelerinin çevreye baskısının ortaya çıkardığı belirtileri ön plan­dadır. Bir gelişimin kötü veya iyi huylu oluşu, yerleştiği doku ve klinik belirtilerine göre ancak bir ölçüde ayırdediiebilir. Ke­sin ayırım için ise parça alınarak, histopatoiojik tahlilin yapılması gerekir.

Aids Kanserler Kaposi Sarkomu Lenfomalar

Aids ve Kanserler

AİDS'in seyri sırasında bazı kanserler dikkati çekecek kadar sık olarak görülmektedir. Bunlar, Kaposi sarkomu, lenfomalar, dil, rektum ve anüs kanserleridir.

Kaposi Sarkomu Nedir

Kaposi sarkomu ilk defa 1872'de Dr. Kaposi tarafından tarif edil­diği için, onun adıyla anılan nadir bir tümördür. En çok el ve ayaklara yakın yerlerde, mor, ya da kahverengi-kırmızı renklerde kabarık deri lezyonları şeklinde görülen bu kanser türü Batı dünyasında nadirdir. Da­ha çok, ileri yaşlardaki Akdenizli ve Doğu Avrupalı insanlarda görülür. Buna karşılık, Kongo'da çok sıktır ve oradaki kanserlerin yüzde 11'ini oluşturur. Fakat, 1979'dan itibaren ABD'de, homoseksüel erkeklerde Kaposi sarkomunun sık görüldüğü tespit edildi. Bunların ortak nokta­ları, hepsinin AlDS'li oluşlarıydı. Zamanla, Kaposi sarkomunun AlDS'li hastaların üçte birinde bulunduğu anlaşıldı.
Hastalığın en çok görülen şekli deridedir. Daha çok, bacaklarda, kollarda olur ve yıllarca süren bir gidiş gösterir. Fakat, AlDS'li hasta­lardaki Kaposi sarkomunun hızlı seyrettiği; deriden başka yerlere ya­yıldığı (lenf bezlerine, akciğerlere, kemiklere ve bağırsaklara) ve böyle hastaların yüzde 40'ının bir yılda kaybedildiği tespit edilmiş bulun­maktadır.

AİDS ve Kaposi sarkomlu kişilerde rastlanılan bir genetik özellik vardır: Bunlarda, doku gruplarından HLA-DR-5 yüksek oranda bulun­muştur. Bu, irsi bir etkiyi düşündürmektedir. Sarkomu yapan asıl et­kenin, AlDS'lilerde sık görüldüğünü yukarıda söylediğimiz Cytomegalovirüsü olduğu hakkında kanaatler gittikçe kuvvetlen­mektedir.


Kaposi sarkomunun tedavisi ilaç ve radyoterapiyle (ışın) yapılmak­tadır. Küçük alanlardaki hastalık ışınla; yaygın hastalık ise kanser Maç­larıyla (kemoterapi) tedavi edilir. Bu ilaçlar arasında en etkilileri Etoposide (VP-16) ve vinblastin'dir. Ayrıca, vücudun bağışıklığını ar­tırmaya yönelik ilaçlardan interferon da, yüksek dozlarda Kaposi sar­komuna tesir etmektedir. Yine aynı maksatla retinoidler(13-cis retinoik asid) ve isoprinosine isimli maddeler de denenmektedir.

Lenfoma Nedir, Lenfoma belirtileri, Lenfoma Tedavisi

Lenfomalar, lenf bezlerinin tümörleridir. AlDS'li hastaların yüzde 5-15 kadarında lenfomalar da görülmektedir. Bunlar, Hodgkin lenfoması ve Hodgkin olmayan lenfomalar diye iki gruba ayrılırlar ve AlDS'­lilerde daha çok Hodgkin olmayan lenfomalar görülür. Hodgkin olmayan lenfomaların iki tipi AlDS'de özellikle görülmektedir:

a. Burkitt lenfoması.
b. Lenfoblastik lenfoma.

Burkitt lenfoması, muhtemelen Epstein-Barr virüsünden olmakta­dır. Bu virüs, merkezi Afrika'da pek sıktır ve aynı bölgede Burkitt len­foması da çok görülmektedir. Bu virüsün AlDS'lilerde de enfeksiyon yaptığını yukarıda görmüştük. Burkitt lenfoması, yüz ve çenede (Afri­ka tipi) şişlikler yaptığı gibi, karında kitleler de (Amerikan tipi) oluştu­rabilmektedir.
Lenfomaların tedavisine, erken devrelerde radyoterapi, ilerlemiş devrelerde ilâç tedavisi (kemoterapi) kullanılır. Bazen her iki tedavi şek­linin birlikte kullanılması da gerekebilir.

Diğer Kanserler

AlDS'li hastalarda görülen diğer kanserler arasında ağız, anüs (ma­kat) ve rektum kanserleri sayılabilir. Bunlar cinsel faaliyetler sırasın­da zedelenen dokulardır ve bu hastalardaki enfeksiyonlarda görülen herpes virüslerinin bu kanserlere yol açtığı düşünülmektedir. Herpes virüsünün Vinci tipi ağız-dil kanseri, herpes virüsünün 2'nci tipi ise rektum ve anüs kanserleri yapmaktadır.


AlDS'li hastalarda bu çeşitli kanserlerin oluşunu şu şekilde izah etme eğilimi vardır: Önce LAV/HTLV-III virüsü vücuda girip enfeksi­yon yapar ve bağışıklığı yok eder. Bunun arkasından fırsatçı enfeksi­yonlar (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü veya herpes simplex I ve II virüsleri) vücudu istilâ eder ve yukarıda gördüğümüz kanserleri bu virüsler oluşturur.

Eğer bu hipotez doğruysa, kanser ihtimalinin virüs enfeksiyonlarıyla paralel gitmesi beklenir. Gerçekten de öyle olmaktadır. AlDS'li hastalar arasında virüslerin en çok bulunduğu grup, homoseksüel er­kekler grubudur, ve kanserler en çok bunlar arasında görülmektedir. Meselâ, homoseksüel ve biseksüel erkek AlDS'li hastalarda Kaposi sarkomu sıklığı yüzde 46 iken, heteroseksüel AlDS'lilerde bu sıklık yüz­de 7 dolaylarındadır.

Aids Klinik Belirtiler Enfeksiyonlar

Aids Klinik Tablolar ve Enfeksiyonlar

AİDS içinde ileri derecedeki bağışıklık yetmezliği nedeniyle olu­şan karmaşık klinik tablolar bulunmaktadır. Hastalığın gidişi sırasında sık sık tekrarlayan fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi sarkomu görülür. Kaposi sarkomu aslında nadir görülen bir kanser türü olmakla beraber, AlDS'li hastaların üçte biri kadarında görülebilmektedir. Bu has- talar aynı zamanda, lenfoma dediğimiz türden tömürler de oluşturabi­lirler.

Başlangıç kısımda sözünü ettiğimiz LAV/HTLV—III virüsü vücuda girdikten sonra özellikle yardımcı T hücrelerini işgal etmekte, onların içinde çoğalmakta ve bu hücrelerin gelişmelerini ve görev yapmalarını engellemekte; böylece kişide meydana gelen bağışıklık yetmezliği, fırsatçı enfeksiyonlara yol açmakta ve AİDS hastalığının çeşitli tablolar oluşmaktadır. Şu halde hastalığı başlatan LAV/HTLV—III virüsü olmakla beraber, hastalığın gidişini belirleyen tek faktör bu değildir. İkincil viral enfeksiyonlar da büyük roller oynamaktadırlar. Yalnız LAV virüsü ile enfekte olanlarda kan testleri pozitif olmakla birlikte (bunla­ra serumları virüs bakımından pozitif kişiler ya da kısaca seropozitif kişiler denir), AİDS tablosu görülmez. Hasta LAV virüsüyle birlikte diğer virüslerin de istilâsına uğrarsa, o zaman AİDS'in klinik tablolarının oluştuğu ve geliştiği düşünülmektedir. Bu ilave virüsler arasında en önemlileri Cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü, B Hepatit virüsü, Herpes virüsleridir. Bu virüsler bir taraftan çeşitli enfeksiyon tablola- rı yaratırlarken, bir taraftan da AlDS'de görülen bazı kanser türlerini oluştururlar. Cytomegalovirüsün Kaposu sarkomu oluşunda, Epstein-Barr virüsünün lenfomaların oluşunda, Herpes simplex I virüsünün dil kanseri ve Herpes simplex II virüsünün de rektum ve anüs kanserleri­nin oluşunda rol oynadıklarına dair kanıtlar gittikçe çoğalmaktadır. Yukarıdaki gözlemler, AlDS'li hastalarla kanser oluşumunda iki ka­deme düşündürmektedir.

Klinik Belirtiler

AlDS'de klinik belirtiler 4 kısımda incelenebilir:
1 Doğumdan LAV/HTLV-IM virüsünün etkilerine bağlı belirtiler.
2. Bağışıklık yetmezliği nedeniyle oluşan fırsatçı enfeksiyonların
belirtileri.
3 Kaposi sarkomuna bağlı belirtiler.
4. Diğer habis hastalıklara bağlı belirtiler.


LAV virüsüyle enfekte olan kişilerin bir kısmında hiçbir belirti ol­maz Bunların virüsle bulaştıkları ancak kan testleriyle anlaşılır. Virüsle bulaşanların bir kısmı, akut bir enfeksiyon tablosu gösterirler. B. kaç günden birkaç haftaya kadar süren bu tabloda ateş terleme, halsız-lik, fenalık hissi, kas ve eklem ağrıları, başağrısı, boğaz ağrısı, ishal, lenf bezlerinde genel büyüme ve deri döküntüleri
gorulebilir. Bazen rombostopeni de olur. Bu hastalık tablosu enfeksiyöz mononükleoz dediğimiz tabloya çok benzer. Yalnız orada kanda artmış oranda len­fositler ve monositler varken, burada böyle birşey yoktun Bu hasta­larda kanda LAV virüsü antikorlar, (seropozitivite bulunur Bazen has­talığın başlangıcında antikorlar yoktur; ancak birkaç hafta içinde se-ropozitlvte oluşur. Bu akut safha geçtikten sonra hastalık uykuya gi­rebilir ve aylar ya da yıllarca hiçbir belirti, görülmez (latent safha).
Hastalığın bir diğer şekli "Lenfadenopati sendromu" yada AİDS related complex" = ARC şeklidir. Burada, yaygın lent bezleri büyü­mesi yanında, ateş, gece terlemeleri, zayıflama, halsizlik gibi belirtiler
olur ve bu tablo uzun süre gider. ARC'II hastaların yüzde 10-20 ka­darı birkaç yıl içinde tam AİDS tablosuna dönüşebilir.

LAV virüsü, yukarıda anlatılan belirtiler yanında, bazı organlara da zarar verebilmektedir. Merkezi sinir sistemini tutabilen virüs ansefa-lit gibi nörolojik belirtilere sebep olabilmektedir. Bunun yanında vırus, bağırsak hastalığı (anterit), böbrek yetmezliği, metabolik ve hormo-nal bozukluklar (hiperkalsemi ve böbreküstü bezi yetmezliği) ve aller-jik belirtilere yol açmaktadır.
Virüsün yaptığı bu belirtiler yanında, AİDS seyri sırasında birçok enfeksiyonlar da görülmektedir. Biraz aşağıda bu enfeksiyonlardan bahsedeceğiz. Cetvel VIII, yukarıda bahsettiğimiz klinik tabloları özet­lemektedir.

Aids Hastaligi Nasil Bulasir

Aids Hastalığı Nasıl Bulaşır? Aids Hastalığı Hakkında Bilgi
Cinsel Temasla ve Diğer Yollarla Bulaşan Hastalıklar

AİDS'in olası bulaşma yolları virüsün bulunmasından önce de biliniyordu. Ama virüsün bulunması ve kan testleri­nin kullanılmasından sonra bu konuda daha kesin bilgiler elde edildi. AİDS, virüslü kan ve kan ürünlerinin verilme­si, kan testleri olumlu sonuç veren kişi­lerle cinsel ilişki ve anne adayının ge­beliği sırasında virüsü taşıması duru­munda kesin olarak bulaşır. Hastalık belirtisi vermeden bu virüsü taşıyan herkesin enfeksiyonu bulaştırabileceği de unutulmamalıdır.

Şimdi bu bulaşma yollarını daha ay­rıntılı inceleyelim:

• Kan yoluyla bulaşma - 1980lerin or­talarına gelindiğinde Batı'da kan ya da kan ürünleri (plazma vb) nakli yapılan hastalar arasında çok sayıda bulaşma saptanmıştı. Özellikle sık sık pıhtılaşma faktörleri nakli yaptırmak zorunda olan hemofili hastalarına virüs bu yolla bula­şıyordu.

1985'ten sonra denetimler sıklaştırılarak virüs taşıyan kanların kan banka­larında elenmesi, kan ürünlerinin ısıyla işlenmesi, kan vericilerinin yüksek risk gruplarından olmamasına özen göste­rilmesi gibi önlemler alındı. Böylece kan nakli yoluyla bulaşma en aza indi­rildi. Günümüzde gelişmiş ülkelerde pıhtılaşma faktörleriyle bulaşma oranı çok düşüktür. Ender görülen örnekleri de vericinin kısa süre önce enfeksiyo­nu alıp virüse karşı henüz antikor ge­liştirmeden bağışta bulunmasıyla açık­lanabilir.

Kan yoluyla bulaşma damardan uyuşturucu kullananlar arasında çok yaygındır. Uyuşturucu bağımlılarının aynı şırıngayı birçok kez ve ortaklaşa kullanmaları virüsün kan yoluyla bulaş­masına yol açar.


Uyuşturucu bağımlılarının daha kü­çük, ama gene de önemli bir bölümünde virüs cinsel ilişkiyle bulaşır; bu grupta olguların yaklaşık yüzde 30'u virüsün cinsel ilişkiyle bulaşmasına bağlıdır.
Uyuşturucu bağımlıları arasında kan ve cinsel ilişki yoluyla virüs yayılması daha önce de gözlenmiştir. Bu kişilerde B tipi hepatit virüsünün aynı yoldan bu­laştığı bilinmektedir. Hatta B tipi hepa­tit son 20 yılda uyuşturucu bağımlıları­nın yüzde 90'ında görülen bir hastalık olmuştur.
Uyuşturucu bağımlılarının ortak şı­rınga kullanma alışkanlığı, endokardit (kalp iç zarı iltihabı) gibi ağır bulaşıcı hastalıklara da yol açabilir.

Kullanılmış bir şırıngada yaklaşık 34 mikrolitte kan kalmaktadır. Bu mik­tar, şırıngayı damarına sokan bir sonra­ki uyuşturucu bağımlısına HIV ve baş­ka hastalık etkenlerini bulaştırmaya ye­terlidir. Yalnız şırınga iğnesinin ucuna bulaşmış olabilecek kan miktarı ise şı­rıngada kalanın yüzde l'i kadardır. Bu nedenle iğne ucunun bir kez yanlışlıkla batması sonucu bulaşma çok ender gö­rülür. Halka açık yerlere atılmış iğnele­rin yanlışlıkla batması sonucu HIV bu­laşan hiçbir olgu bildirilmemiştir.

• Cinsel ilişkiyle bulaşma - Virüs aynı ya da karşı cinsle yapılan her türlü (anüsten, dölyolundan ya da ağızdan) cinsel ilişki sırasında bir eşten öbürüne bulaşabilir. Virüsün bu yolla alınıp alınmadığını saptamak için eşlerin cin­sel yaşamöyküsü dikkatle incelenmelidir. Bu saptamada dikkat edilmesi gere­ken çeşitli öğeler şunlardır:

Eş seçimi: Seçilen eşin kanında vi­rüs bulunma olasılığı açısından önemli­dir. Uyuşturucu bağımlılarının, her iki cinsle ilişkide bulunanların ve eşcinsel­lerin virüsü taşıma olasılığı daha yük­sektir. Ama istatistikler bu durumun hızla değişmekte olduğunu ve karşı cinsle ilişkinin başlıca bulaşma yolu olacağını göstermektedir.

Eş sayısı: Cinsel yaşamda değiştiri­len eş sayısı arttıkça, virüs taşıyıcı bir eşle birleşme olasılığı da artacaktır.


Cinsel ilişkinin türü ve sıklığı: Ka­nında virüsü taşıyan bir eşle kurulan cinsel ilişkide ilişkinin sıklığı bulaşma tehlikesini artırır. Ayrıca özellikle anüs yoluyla edilgen ilişkide virüsün bulaş­ma oranı daha yüksektir.

Prezervatif kullanımı: Virüs taşıyıcı bir eşle yaşanan cinsel ilişkide bulaşma olasılığını 10 kez azaltır.
Cinsel organlarda iltihaplı hastalık ya da yaraların varlığı: Yara ve hastalıklar virüsün bulaşmasını kolaylaştırıcı bir ortam oluşturur. Virüs taşıyıcı bir eşle dölyolundan bir kez cinsel ilişki so­nucunda virüsün bulaşma olasılığı 100'de 1 ile 500'de 1 arasında tahmin edilmektedir. Yukarıda söz edilen ko­şulların bir araya gelmesi bulaşma tehli­kesini kat kat artırır. Örneğin kişinin uyuşturucu bağımlısı bir eş seçtiğim ve prezervatif kullanmadan dölyolu ilişki­sine girdiğini varsayalım. Bu bölgedeki uyuşturucu* bağımlıları arasında virüs taşıyıcılığı oranı da yüzde 30 olsun. Bu durumda kişinin virüs taşıyan bir eşe rastlama olasılığı yaklaşık 3'te l'dir ve bir kez ilişkide bulunmak bile 300'de 1 ile 1.500'de 1 arasında bir olasılıkla ki­şinin virüsü almasıyla sonuçlanacaktır. Cinsel organlarda yaraların bulunması ise bu olasılığın çok yükselmesine yol açar.

• Gebelik sırasında anneden çocuğa (dikey) bulaşma - Kanında virüs taşı­yan annelerin doğurduğu bütün bebek­lerde HlV'e karşı antikorlar bulunduğu bilinmektedir. Ama antikorlar anneden bebeğe edilgen biçimde geçebildiğin-den bebeklerin hepsinde enfeksiyon gö­rülmeyebilir. Dikey bulaşma olguların yüzde 30'u kadarında söz konusudur.

AİDS virüsüne, virüs taşıyıcı anne­lerin sütünde de rastlanmıştır. Doğum­dan kısa bir süre sonra virüsü alan anne­lerin enfeksiyonu bebeklerine süt yo­luyla bulaştırdığı olgular da bildirilmiş­tir.

Henüz kanıtlanmamış bulaşma yolları - Bilim adamları varsayılan, ama henüz kanıtlanmamış HIV bulaş­ma yolları üzerinde yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Aile, okul, işyeri, has­tane gibi ortamlarda virüs taşıyıcı in­san sayısının gittikçe artması, ayrıca virüsün kan dışındaki vücut sıvılarında da bulunduğunun saptanması, bilinen­lerin dışındaki bulaşma yollarının da dikkatle araştırılmasını gerektirmekte­dir.

Birçok araştırma HlV'in ter, tükü­rük, gözyaşı, idrar gibi vücut sıvılarıyla bulaşmadığını göstermektedir. Bu ne­denle kan ya da cinsel ilişki yoluyla bu­laşmanın dışta tutulduğu aile, okul ya da işyeri gibi ortamlarda virüs taşıyıcı kişilerin virüsü bulaştırma tehlikesi yoktur. Tuvalet, havlu, elbezi gibi yer ve eşyaların ortak kullanımı tehlike yaratmaz. Virüs sivrisinek gibi böcek sok-malanyla da geçmemektedir.
Şimdi bu sonuçlan veren araştırma­ları daha ayrıntılı inceleyelim:

Tükürükle bulaşma olasılığı: Vi­rüsün tükürükte görülme oranı kanda görülme oranından çok düşük olmakla birlikte, taşıyıcıların tükürüğünden de virüs ayrıştırılmıştır. Öte yandan çok az tükürük, vücut dışı ortamda AİDS virü­sünün üremesini önlemektedir.

Bir varsayıma göre tükürükle bulaş­ma büyük miktarlarda kanın tükürüğe karışmasıyla gerçekleşebilir. Bu yönde­ki araştırmalar özellikle kanında virüs taşıyan kişilerin ısırdığı ya da hastane ortamında tükürükle ilişkisi olanlar üzerinde yürütülmektedir. 1986'da bil­dirilen bir çocuk hastanın enfeksiyonu ısırma yoluyla almış olabileceği üzerin­de durulmuş, ama bu hastanın geçmi­şiyle ilgili bilgilerin yeterli olmaması nedeniyle kesin sonuca varılamamıştır.

AIDS'li hastalar tarafından ısırıldıktan sonra uzun süre izlenen sekiz sağlık görevlisi ve sekiz çocukta virüs saptan­mamıştır. HIV'li hastaların tükürüğüyle ilişkisi olan sağlık görevlilerinin hiçbiri virüsü almamış, ağız yoluyla HIV'li hastalara yapay solunum yaptıran iki görevlide de bulaşma görülmemiştir.

Gözyaşıyla bulaşma: HIV kanında virüs bulunan kişilerin gözyaşından çok ender olarak elde edilmiştir. Bugüne değin gözyaşı ya da kontak lens yoluyla bulaşma bildirilmemiştir, ama muayene ya da lens denemeleri sırasında virüsün bulaşma olasılığı üzerinde durulmakta­dır.

İdrarla bulaşma: HlV'in idrardan elde edilme sıklığı da çok düşüktür. Hastaların idrarıyla ilgili işlemler ya­pan sağlık personeli arasında bu yolla bulaştığı bilinen herhangi bir olguya rastlanmamıştır.

Aids Hastaligi Belirtileri Nelerdir Aids Hastasi

AIDS'li Bir Hastanın Özellikleri

Hasta 60 yaşından daha gençtir.
Homoseksüel ve biseksüel erkekler
Damardan ilaç zerkeden toksikomanlar
Kan transfüzyonu alanlar
Hemofilik hastalar
AlDS'li hastalarla cinsel ilişkide bulunanlar
Yukarıdakilerin çocukları

Aids Hastalığının Belirtileri, Aids Hastalığı Belirtiler Nelerdir

Aids Nasıl Anlaşılır, Uzun süren ateş Önemli kilo kaybı Uzun süren ishal Deri döküntüleri Ağızda ve makatta yaralar Devamlı öksürük Nefes darlığı Çeşitli yerlerdeki lenf bezlerinde şişme Özellikle kol ve bacaklarda mor -siyah lekeler (Kaposi sarkomu)

Laboratuvar Bulguları

AİDS virüsüne karşı hasta kanımda antikor varlığı
Kansızlık
Enfeksiyonları tanımak için balgam, kan ve idrar bulguları
İlave/kanser şüphesi varsa biyopsi
Karıda yardımcı T lenfositlerinde azalma
Kanda önleyici T lenfositlerinde artma
İmmünolojik deri testlerinde bozukluk

Esasen birçok enfeksiyöz ve virütik hastalıkta da aynı durum göz­lenir. Bir uçta hastalıktan ölünürken, diğer uçta gizli enfeksiyon veya hiç hasta olmayanlar bulunur. Viral B hepatiti bu duruma güzel bir örnektir. Her yıl yüzbinlerce kişi dünyada hepatit B virüsü ile enfekte olmakta ve bunların büyük çoğunluğu (yüzde 75) hiç hasta olmamak­ta veya gripal enfeksiyon gibi (yorgunluk, nezle vs.) bir tabloyla işi ge­çiştirmektedir. Virüs alanların yüzde 25 kadarı bulantı, kusma, karın ağrısı, sarılık gibi belirtilerle hasta olmakta ve iyileşmektedir. Yüzde 10 kadarı iyileştikten sonra virüsü taşır (portör). Virüs alanların ancak yüzde 1 kadarı, sarılıkla başlayan hastalığı geçiremez, karaciğer yet­mezliğinden ya da hepatit sonrası oluşan karaciğer kanserinden kay­bedilirler. Görüldüğü gibi, hepatit B virüsü ve AİDS virüsünün yarat­tıkları hastalık oranları birbirine benzemektedir. Cetvel II bu durumu özetlemektedir.

Virüs ve Hastalık

Virüsle temasa geliş (Seropozitivite) % 100
Orta şiddette hastalık (ARC) % 10
Ağır hastalık (AİDS) % 1

Aids Nedir Aids Hastaligi Hakkinda Bilgi

Aids Nedir, Aids Hakkında Bilgi, Aids Hastalığı

AİDS, 1981 yılından beri farkına varılmış bir hastalıktır.

Virüslerle bulaşan bu hastalıkta ölüm oranı yüksek olup (yaklaşık yüzde 50), bugüne kadardünyada 15 bin kadar vak'a bildirilmiştir. Bun­ların büyük çoğunluğu hâlen Amerika Birleşik Devletleri'ndedir.

AİDS, (Acquired Immune Deficiency Syndrome) kazanılmış immün yetersizlik sendromu şeklinde dilimize çevrilebilir. Hastalık kazanılmış­tır, yani doğuştan olan veya irsî değildir. İmmün kelimesi vücudun do­ğal savunma gücünü ifade eder. Sendrom ise, bir hastalığı belirleyen ve birlikte bulunan bir grup özel şikâyet ve belirtilerin tümünü ifade eder. AlDS'li hastalar, normal bir organizmanın kolayca yenebileceği hastalıklara açıktırlar.

AlDS'li hastalar, immün yetersizlikleri nedeniyle, fırsatçı enfeksi­yonlara kolayca tutulurlar. Bunlar genellikle soğuk algınlığı, nezle ve­ya diğer viral bir enfeksiyon gibi görünürler. İlk belirtiler arasında hal­sizlik, kolay yorulma, iştahsızlık, ateş, gece terlemesi, lenf bezlerinde şişme (boyunda, koltukaltlarında ve kasıklarda), zayıflama, diyare, ök­sürük ve çeşitli deri lezyonları görülebilir.. Bu belirtiler aylarca bu şe­kilde sürebileceği gibi, tabloya eklenen enfeksiyonlar durumu ağırlaş­tırabilir. Hastaların hemen yarısı "pneumocystis carinii" denilen bir çeşit parazitle oluşan bir pnömoniye tutulurlar. Hastaların üçte biri ka­darı "Kaposi sarkomu" denilen nadir bir deri kanserine tutuldukları gibi, fırsatçı dediğimiz ve normal kişilerde hastalık yapmayan mantar­lar, bakteriler, virüsler ve parazitlerle enfekte olurlar. Kuşkusuz bu has­talarda fırsatçı olmayan gerçek patojen yani hastalık yapıcı bakteriler ve virüsler de aynı zamanda hastalıklara sebep olabilirler. Cetvel I AlDS'li bir hastanın özelliklerini özetlemektedir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde Haitili göçmenler ayrı bir risk gru­bu oluşturmaktadırlar.

Aids hastalığının bir virüs tarafından oluşturulduğu 1983 yılında Paris'te Institut Pasteur'de Dr.Montagnier tarafından bildirilmiştir. Fransızlar, bu virüse LAV (lenfadenopati virüsü) adını vermişlerdir. Bir­kaç ay sonra Amerikalı Dr. Gallo ve arkadaşları da aynı virüsü bulmuş­lar ve buna HTLV-III (human T-cell leukemia virüs III) adını vermişler­dir. Bu virüs rektal, vajinal yollarla veya kan yoluyla (bulaşmış kan ve­rilmesi veya bulaşık şırıngalar kullanılmasıyla) vücuda girmekte; kan­daki T lenfositlerinin bir kısmının (T4 lenfositleri veya yardımcı lenfo­sitlerin) içine girerek orada çoğalmakta ve o sırada lenfositi yok et­mektedir. Çoğalan virüsler yeni hücrelere girerek devamlı çoğalmak­ta ve T4 lenfositleri de giderek azalmaktadır. Vücutlarına virüs giren kişilerin kanında virüse karşı antikorlar bulunur. Bunlara "seropozitif kişiler" denir. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bir hastalık belirtisi göstermez; ya da nezle, yorgunluk, kırıklık gibi kısa süreli belirtilerle has­talığı geçiştirirler. Virüslü kişilerin yüzde 10 kadarı orta şiddette bir hastalık gösterirler. Bu tabloya "Lenfadenopati" şekli denildiği gibi, ARC (AİDS Related Complex) şekli de denmektedir. Burada hastalar aylar ya da yıllarca süren ateş, gece teri, zayıflama, halsizlik, diyare, lenf bezlerinde büyüme gibi belirti ve şikâyetlerle hasta olurlar. Niha­yet virüslü kişilerin yüzde 1 kadarı tam ve ağır AİDS hastalığına tutul­maktadırlar.

Vücud İsısı Ateş Yükselmesi

Vücud Isısı (Febris), Ateş Yükselmesi, Ateş Ölçer

Vücut ısısı, canlılık belirtisidir. Vücut daima ısı üretir ve ısı kaybeder. Üretilen ısı ve kaybedilen ısı arasındaki fark vücudun ısısıdır. Vücut ısısı, beyin tabanında hipotalamustaki merkez tarafından ayarlanır ve dengede tutu­lur. Bu merkeze ısı ayarlama (Termoregülasyon) merkezi denir.


Vücut ısısı metabolizma, hareket ve açığa çıkan enerjiden meydana gelir. Vücut, terleyerek, solunum yaparak, derinin teması ve boşaltım sistem­leri atıklarıyla ısı kaybeder.

Sağlıklı bir insanın ısısı her ortamda 36.5-37 °C derecedir. Isının aynı olması termoregülasyon merkezi tarafından ayarlanır.
Hastalık halinde ısı meydana getiren ve ısı kaybettiren sistemler etkilen­diği için ısı ya yükselir ya da düşer.

Vücut ısısı, termometre ile ölçülür. Ölçü birimi Santigrad (°C) olarak değerlendirilir. Vücut ısısı, ısı ölçülen organa göre küçük değişiklik gösterir. Oral yoldan ısı ölçümünün normal değerleri minimum (en az) 37.2 C maksi. mum 37.7 °C'dir. Rektal yoldanjsı ölçümünün normal değeri 37,5 °C'dir. Çocuklarda Bu değer 37,7Cdir..

Aksilla yani koltuk altından ısı ölçümünün normal değeri ise 36.5 °C'dir.

Isı yükselmesiyle birlikte nabız sayısı artar, solunum hızlanır. Metaboliz­ma artar. Ateş, sistemlerin çalışmasını genel olarak hızlandırır.

Ateş Nasıl Ölçülür, Ateş Ölçülecek Yerler

Vücut ısısı hastanın durumuna göre değişik yerlerden alınır. Isı ölçme (Alma) yeri, hastanın geçirmekte olduğu hastalığa, geçirdiği operasyona, travmaya ve bunun gibi bir çok duruma göre değişir.Vücut ısısı genel olarak oral yoldan (ağızdan-dil altından). rekta[ yoldan (Anüsten), koltuk altından (Aksilla) ve çocuklarda kasıktan ölçülür. Bu yollardan alına ateş, 1-2 diziyemlik fark gösterir.

Bogulmalarda İlk Yardim Suda Bogulmada İlkyardim

Boğulmalarda İlk Yardım, Suda Boğulmada İlkyardım

Boğulmada solunum yolunun tıkanması, solunuma yardımcı adalelerin felci, solunum merke­zinin felci sonucunda ortaya çıkabilir. Zehirli gazlarla da boğulma olabilir. Boğulma sıklıkla suda görülür ve bu durumda kalp çalışmaya devam ettiğinden, acil ilk yardımdan yararlanılan bir durumdur. Bu nedenle sudan çıkartılan bir kişiye yardım etmekte acele edilmesi gerekir. 3-5 dakika içinde hastaya ilk yar­dım uygulanabilirse hayata döndürmek mümkündür. Bu durumdaki bir hastaya hemen suni solunum yapılmalıdır. Bu sırada akciğerlere giren hava, suyun atı­lmasına yardımcı olur. Tıbbi tedavi sağlanıncaya kadar suni solunuma de­vam edilmelidir. Yüzükoyun yatan has­tanın karnından tutularak kaldırılması da suyun boşaltılmasına yardımcı olur. Küçük çocuklarda yutulan su ayakları­ndan tutarak baş aşağı pozisyona getiri­lerek çıkartılabilir. Suda boğulan kişi ayağa kaldırılmamalıdır. Üstündeki giysi­ler çıkartılmalı ve vücudu ısıtılmalıdır

Sok ve İlkyardim Sokta İlk Yardim

Şok ve İlkyardım

Şok, hayati organların kanlanma bozukluğu ile karakterize bir akut dolaşım yetmezliğidir. Kan basıncı alınmayacak kadar düşüktür. Bilinç kaybı sıklıkla son dönemde oluşur. Şok çok çeşitli nedenlerle meydana gelebilir. Başlıca nedenler şöyle sıralanabilir:

Hipovolemik (volum azalması) şok
Kardiyojenik şok
Septik (sepsiste) şok
Alerjik şok
Ağrı şoku

Bütün şoklarda kan kaybı, plazma kaybı ve kalbe dönen kan miktarında azalma söz konusudur. Şokun derecesi de bu kayıplara bağlıdır. Şiddetli ishallerde bağırsaklardan akan dışkı ile bol miktarda sıvı kaybedilir. Kanamada da damardan doğrudan kan akar. Her iki durumda da kan hacmi azalır. Dolaşım, dokuları beslemede yetersizleşir. Ayrıca kalbe dönen kan miktarı azaldığından kalbin pompalama gücü de düşer.
Şokta mekanizma oldukça karmaşıktır. Birden fazla olaylar dizisi söz konusudur. Yanıklarda da zedelenen kısımdan sıvı kaybı ile şok ortaya çıkar. Başlıca şok belirtileri şunlardır:

Hastanın vücudunun soğuması
Hastanın şuurunda bulanıklık veya dalgınlık
Hızlı yüzeysel solunum
Nabız hızında artma
Solukluk
Terleme

Şokta İlk Yardım

Hastanın başının altından yastık alınır. Ayaklar yükseltilir. Hasta ısıtılır. Özellikle ayakları altına termafor konabilir. Kanayan bölgelerde kanamanın durdurulması önemlidir. Periferden merkeze kan akımını sağlamak amacıyla kol ve bacaklar sarılabilir. Hastanın bulunduğu yerin hava­landırılması gerekir. Hastanın üzerinde sıkı giysiler varsa bunlar çıkartılmalıdır. Terleme sık sık kontrol edilmelidir. Bilinci yerinde ise hastaya ağızdan bol sıvı verilmelidir. Şoktaki hastanın mümkün olduğunca az hareket etmesi gerekir. Böyle bir hastaya emniyet telkin edilmesi ve korkusunun giderilmesi önemlidir. Şok olayında sıvı kaybının ne kadar önemli ol­duğu bilinmektedir. Özellikle çocuklarda bu durum, daha da önemlidir.

Alerji, zamanında ve bilinçli bir müdahale ile tedavi edilebilir. Alerjisi olan kişiler özellikle nelere karşı alerjilerinin olduğunu belirten bir kartı yanlarında taşımalıdırlar. Bazen hasta en ağır şok tablosundan kurtarılırken bir alerji nedeniyle kaybedebilmektedir. Alerjik tedavide özellikle hızlı tedavi önem taşır.

Kalp Masaji Nedir Cocuklarda İlkyardim Kalp

Kalp Masajı Nedir, Çocuklarda İlk Yardım Kalp Masajı

Nabız atışlarının hissedilememesi, kalp seslerinin duyulamaması, morarma (siyanoz), göz pupillerinin genişlemesi, şuur kaybı ve solunum durması, vücut ısısının azalması kalp durmasının başlıca belirtileridir. Kalp durmasında hızla masaj yapılmalıdır. Kalp durduğu zaman dokular oksijensiz kalabilir ve kalıcı zedelenmeler söz konusu olabilir. Hasta sert bir yere sırt üstü yatırılır. Elin sert aya kısmı ile göğüs kemiği (iman tahtası) üzerine basınç yapılır. İki elin birbiri­ne dik pozisyonda konulması basınç sağlar. Dirsekler bükülmemelidir. Bir dakika 60-100 defa bu uygulama tekrarlanmalıdır. Çocuklarda ise tek el ile masaj yapılabilir.

Kalp ve solunum durmasında kalp masajı ve suni solunum bir arada yapılmalıdır. Beş kez kalp masajı, beş kez de suni solunum uygulamak üzere masaja başlanır. Daha sonra bir kez suni solunum, beş kez kalp masajı şeklinde devam edilmelidir

Kalp Hastalarında İlk Yardım

Kalp hastalıkları konusunda çevrenin bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Doğuştan kalp hastalık­larının pek çoğunda genetik faktörler, akraba evliliği, enfeksiyonlar ve ilaçlar rol oynamak­tadır.

Edinsel kalp hastalıklarının çoğunda ise enfeksiyon hastalıkları ile beslenme hataları rol oynar. Enfeksiyonlar açısından eğitim ve zamanında tam tedavi önemlidir. Kalp hastalıklarının belirti­lerinin de, sağlık konusunda eğitim veren kişiler tarafından öğretilmesi gerekir. Kişiler kalp hastalıklarının belirtilerini ve yapılabilecek ilk yardım uygulamalarını bilmelidirler.

Çabuk yorulma, nefes darlığı, morarma, vücutta şişme kalp hastalıklarının başlıca belirtileridir. Kalbi besleyen atardamarın (koronerier) ani tıkanıklığı sonucu miyokard enfarktüsü, diğer kalp hastalıkları arasında en acil bakım gerektirmektedir. Hasta ani olarak göğüste şiddetli ağrı his­seder. Soluklaşma, terleme, nefes darlığı gözenir. Böyle bir hastanın yakası açılıp rahatlatılmalı ve hızla mümkün olduğu kadar hareket ettirilmeden bir acil servise ulaşımı sağlan­malıdır.