30 Haziran 2008 Pazartesi
Mesothelioma, nedir?
Kötücül mesothelioma, mesotheliumda başlayan kanserin nadir bir formudur, örten ve vücut& 65533'ten en çok koruyan zar; S, iç organlardır. Mesothelium, iki tabakadan yapılır, organı kendi, ve onun etrafında çiziyor olan bir keseyi oluşturan diğerine kuşatan biri. Akışkan maddenin küçük bir miktarı normal olarak, bu iki tabakanın arasında üretilir, korunan organların hareketini yağlamak. Mesotheliumun normal hücrelerinin, kontrol ve yayılmadan dışarı hızlıca olduğu zaman, mesothelioma, meydana gelir. Mesotheliomanın en ortak formudur & 65533; Pleural& 65533; Mesothelioma. Bu, akciğerin astarında meydana gelir. Diğer formlardır & 65533; Peritoneal& 65533; Mesothelioma, karna ait oyuğun astarı, ve& 65533'ü etkilemek; Pericardial& 65533; Mesothelioma, kalbin astarını etkilemek.
Ne, mesotheliomaya sebep olur?
Mesothelioma neredeyse her zaman, asbest lifine maruz kalma ile sebep olmuş olur. Birçok insan, askeriyede açığa vuruldu; Onların işgali boyunca diğerleri; Ve sakin diğerleri, ikincil olarak, açığa vurulan işçilerle temas boyunca. Kanserin gizliliğinden dolayı, o, 50'e 20 için gözükmeyebilir, veya maruz kalmadan daha çok yıl sonra.
Mesothelioma, ne kadar ortaktır?
Mesleki sağlığın Finli enstitüsünden bilgide temel aldı, Helsinki, Finlandiya, batı Avrupa'da mesotheliomanın oranı, 2010 ve 2020'in arasında onun zirvesine uzanmak için beklenir. İzlemek, ülke tarafından güncel olarak müsait olan oranda verilerdir.
Yıl olayları başına milyon başına yıl Finlandiya 75 başına ülke olayları, (2002) 18 Fransa 870 (2000) 18 Almanya 1094'tür, (2001) 16 büyük Britanya 1862 (2002) 39 İtalya 1050'dir, (2000) 21 Netherlands-389 (2000) 30 Norveç 57'dir, (2000) 16 İsveç 149 (2003) risk altında mesotheliomayı geliştirmek için olan 20'dir?
Dosdoğru asbestle çalışanlar, veya asbest ürünleri, mesotheliomayı geliştirmenin en büyük riskini taşır, yine de, mesothelioma, minimal maruz kalmayla bazı bireylerde anlatıldı.
Dev için yüksek riskte ticaretler
Kanser Yapıcı Mesleki Etkenler
Mesleki kanserlerin araştırılmasının tarihçesi Percival Pott ile başlar. Percival Pott ilk kez 1775 yılında baca temizleyicilerinin skrotum kanserlerine neden olarak isi saptamış ve bu maddeye dikkat edilmesini istemiştir . 1982’de Butlin gençlerde görülen skrotum ve cilt kanserlerinin nedeni olarak kömür katranı, madeni yağları tanımlamıştır. 18952de Rhen boya sanayinde mesane kanserinin çokluğuna dikkati çekmiş ve hastalığı tanımlamıştır. 1915’de Yamawa ve Ichikawa tavşan kulağında kömür katranı ile tümör oluşturmuşlardır(1) . Daha sonraları 1930’lard a birçok polisklik hidrokarbonların bu konuda aktif bileşikler olduğu saptanmıştır.
Son yıllarda yapılan yapılan araştırmalar, çevremizde çok sayıda kanserojen maddenin bulunduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Çevresel kanserojenlerin tipik örneği ise endüstriyel etkenler ya da endüstriyel kanserojenlerdir(1) . İnsanlardaki kanserlerin yüzde beş kadarının mesleki maruziyet sonucu meydana geldiği kabul edilmektedir. Uluslar arası Kanser Araştırma Ajansının (IARC) raporlarına göre, bugüne kadar insanda kanser yaptığı kesin olarak ortaya konmuş en az 30 madde ya da etken vardır. Bunlar arasında arsenik, Nikel, Krom, Asbest, Benzen, İyonizan radyasyon vb. sayılabilir. Bu maddeler arasında Nikel’in kansere neden olduğu konusundaki bilgiler son yıllarda netlik kazanmıştır. Ayrıca metal kesme ve torna işlemlerinde kullanılan soğutucu yağların bazılarının kullanımı sırasında nitrozamin oluşması nedeniyle kansere yol açtığı konusunda da son yıllarda bazı bilgiler ortaya çıkmıştır.
Mesleki maruziyet ve kanser ilişkileri konusunda son yıllarda ilgi çeken bir diğer nokta da, çalışan kişinin yakınlarında kanser riskinin yüksek olmasıdır. Asbestle ilgili işlerde çalışanların karşısında akciğer kanseri olasılığının artışı ve çocukluk çağı lösemileri ile baba mesleği ilişkisi son zamanlarda üzerinde çok çalışılan konulardır .
PERITONEAL MESOTHELIOMA
Symptoms---
Takdimin zamanında klinik bulgular, karna ait kütle olan karna ait acıyı kapsayabilir, (Karında akışkan madde) karna ait çevre, karın, ascitesin distentionunu artırdı, ateş, ağırlık kaybı, yorgunluk, anemi ve sindirimle ilgili rahatsızlıklar. Bazı hastalar, müzmin bir teşhisten önce birkaç ay boyunca daha-özel olmayan bulgulardan şikayet eder. Olayların bir yüzdesinde, peritoneal mesothelioma, neyse hastanın, gallbladder, fıtık veya pelvise ait kütle gibi başka bir sağlık problemi için yardımı aradığı zaman bulunur.
Diagnosis---
Öyle bütün mesotheliomasla, peritoneal mesotheliomanın teşhisi, meydan okuyor olabilir. CT bulunmaları, peritoneal mesotheliomanın iki klinik tipinin arasında ayırmaya yardım edebilir, "Kurut" veya "Islat" adlandırdı, onların dış görünüşünün, şekillendirmenin üzerinde çok farklı olduğundan beri. "Kurut" tipinde, CT, çeşitli küçük kütleleri gösterebilir, veya tek bir baskın öğe, kütleyi yerelleştirdi. Normal olarak küçük vardır, veya hiçbir ascites değil. "Islat" tipinde, CT, yaygın küçük yumruları gösterebilir, ama hiçbir baskın kütle değil. Ascites, genellikle mevcuttur.
Eğer akışkan madde, mevcutsa, o, çıkarılabilir, bir prosedürde, paracentesisi çağırdı. Maalesef, olduğu gibi pleural mesotheliomayla olay, akışkan analiz teklifleri, teşhise yönelik değeri sınırladı. Normal olarak bir laproscopicde kesin bir teşhisi verecek olan keşif amaçlı elde edilen bir doku biyopsisidir
Staging---
Güncel olarak peritoneal mesothelioma için hiçbir kurulan sahneleyen sistem yoktur, ve, eğer hastalık, sahnelenirse, normal olarak TNM sistemi gereğince yapılır, en ortak genel kanser sahneleme sistemi. Bu sistem, (T) tümörün durumuna başvurur, (N) lenf düğümleri, ve metastazlar (M). Hem de sahneyi kararlaştırmakta biraz yardımcı olabilen genel kategoriler vardır.
İlk kategori, tamamen kesilmek için yerelleştirilen bir lezyonu uygun gösterir (Tamamen çıkardı). İkinci kategoride, hastalık, debulkingin (O kadarının taşınması, ama tümörün hepsi değil), mümkün olduğu peritoneal ve organ yüzeylerinde karna ait oyuğun içinde içerilir. Üç gösteri hastalığının, kolon veya karaciğer gibi organların istilasıyla karna ait oyuğun içinde içerdiği kategori. Karna ait oyuğun dışında uzatırken dört gösteri hastalığının olduğu kategori.
29 Haziran 2008 Pazar
GİZLİLİK POLİTİKASI
Log Dosyaları
Birçok standard web sunucusunda olduğu gibi genelsaglikbilgi.blogspot.com da istatistiksel amaçlı log dosyaları kaydı tutmaktadır. Bu dosyalar; ip adresiniz, internet servis sağlayıcınız, tarayıcınızın özellikleri, işletim sisteminiz ve siteye giriş-çıkış sayfalarınız gibi standard bilgileri içermektedir. Log dosyaları kesinlikle istatistiksel amaçlar dışında kullanılmamakta ve mahremiyetinizi ihlal etmemektedir. Ip adresiniz ve diğer bilgiler, şahsi bilgileriniz ile ilişkilendirilmemektedir.
Çerezler
"Cookie - Çerez" kelimesi web sayfası sunucusunun sizin bilgisayarınızın hard diskine yerleştirdiği ufak bir text dosyasını tanımlamak için kullanılmaktadır. Sitemizin bazı bölümlerinde kullanıcı kolaylığı sağlamak için çerez kullanılıyor olabilir. Ayrıca sitede mevcut bulunan reklamlar aracılığıyla, reklam verilerinin toplanması için cookie ve web beacon kullanılıyor olabilir. Bu tamamen sizin izninizle gerçekleşiyor olup, isteğiniz dahilinde internet tarayıcınızın ayarlarını değiştirerek bunu engellemeniz mümkündür.
Dış Bağlantılar
genelsaglikbilgi.blogspot.com sitesi, internetin doğası gereği birçok farklı internet adresine bağlantı vermektedir. genelsaglikbilgi.blogspot.com link verdiği, banner tanıtımını yaptığı sitelerin içeriklerinden veya gizlilik prensiplerinden sorumlu değildir. Burada bahsedilen bağlantı verme işlemi, hukuki olarak "atıfta bulunma" olarak değerlendirilmektedir.
İletişim
genelsaglikbilgi.blogspot.com sitesinde uygulanan gizlilik politikası ile ilgili; her türlü soru, görüş ve düşüncelerinizi bize necibey63@hotmail.com adresinden iletebilirsiniz.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi
Yaz mevsiminin gelmesi sonucu kenelerin cogalmasi ve kene isirigi vakalarindaki artis nedeniyle yardimci olacagini dusunerek Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü sitesinde yer alan Kene ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile ilgili faydali makaleyi paylasarak kene ve kırım kongo kanamalı ateşi hakkinda bilgi sahibi olmanizi istedim.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (Crimean Congo Haemorrhagic Fever)
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus soyundan virüslerin meydana getirdiği, şiddetli seyir gösteren, öldürücü, kenelerle bulaşan zoonoz bir hastalıktır.
Hastalık hayvanlarda, insanlara nazaran daha yaygın olarak görülmektedir. Ancak hastalık hayvanlarda, subklinik (asemptomatik) olarak seyretmekte insanlarda da klinik ve subklinik olarak, sporadik vakalar veya salgınlar şeklinde görülebilmektedir.
Hastalık ilk defa 1944 yılında Kırım’da görülmüş ve Kırım Kanamalı Ateşi olarak tanımlanmıştır. Daha sonra 1956 yılında Kongo’da görülen hastalığın, 1969 yılında Kırım Kanamalı Ateşi ile aynı olduğunun farkına varılmış ve hastalık bu tarihten itibaren bu günkü bilinen ismiyle anılmaya başlamıştır. Hastalık 2002 yılında ilk kez Tokat ilinde görülmüş olup izleyen yıllarda sporadik vakalar şeklinde görülmeye devam etmektedir.
KKKA, insanlarda ateş ani başlayan baş ağrısı, kırıklık halsizlik ve belirgin iştahsızlıkla başlar; bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal gibi şikayetler buna eşlik eder.
Epidemiyoloji ve Bulaşma
Hastalık, Afrika, Asya, Orta Doğu ve Doğu Avrupa’da endemik olarak seyreder. KKKA’nın son yıllarda Kosova, Arnavutluk, İran, Pakistan ve Güney Afrika’da sporadik ve epidemiler şeklinde görüldüğü bildirilmektedir.
Bir çok evcil ve yabani hayvan virüsle enfekte olmakta ve bu hayvanlarda hastalık hafif seyretmektedir. Bir çok kuş türü virüse karşı dirençli olmasına rağmen virüsün yayılmasında önemli rol oynar. Hayvanlarda hastalık enfekte kenelerin ısırması ile başlamaktadır.
KKKA’nın bulaşmasında, Hyalomma soyuna ait keneler daha büyük rol oynar ancak 30 yakın kene türünün bu hastalığı bulaştırabileceği rapor edilmektedir. Virus kenelerde trassovarial ve transsstadial olarak varlığını idame ettirir. Keneler arasında veneral bulaşmanın olduğu da bildirilmektedir. Henüz ergin olmamış Hyalomma soyuna ait keneler (nimpf), küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır, gelişme evrelerinde muhafaza eder, erginliğe erişen keneler, insan veya hayvanlardan kan emerken virüsleri da bulaştırırlar.
Küçük omurgalılar ve özellikle yerde beslenen kuşlar, keneleri enfekte eden en önemli konak grubunu oluşturmaktadır. Keneler, biyolojik evrimlerinin değişik safhalarında bu canlılardan kan emmektedir. Virüs, vektör kenelerin tüm formlarından izole edilmiştir. Ayrıca vektör kenelerin larval ve nimfal fazı, Avrupa ve Güney Afrika arasında göç eden göçmen kuşlar üzerinde gösterilmiştir. Bu kuşların virüsün iki kıta arasında taşınmasında rol oynadığı da düşünülmektedir.
Hyalomma soyuna ait keneler Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdir ve Türkiye, kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle birlikte kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Risk Grubu
- Tarım çalışanları
- Hayvancılık yapanlar
- Çiftlik çalışanları
- Çobanlar
- Mezbaha çalışanları
- Kasaplar
- Veteriner Hekimler
- Endemik bölgelerde görev yapan sağlık personeli
- Hasta hayvan ile teması olanlar
- Askerler
- Kamp yapanlar
- Deri fabrikası çalışanları risk altindadir.
İnkübasyon süresi;
Kene tarafından ısırılma ve virusun alınması arsında geçen süre genellikle 1-3 gündür ancak bu süre 9 güne kadar uzayabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 güm olup 13 güne kadar uzayabilmektedir.
Virüsün İnsanlara Geçişi;
A- İnfekte kenelerin ısırması
B- Viremik hayvanların kesilmesi sırasında
hayvana ait kan ve dokularla temas
C- İnfekte hastalardan (nozokomiyal)
1- Sekresyonlarla direk temas
2- İnfekte doku ve kan teması
3- Laboratuvardan, olmaktadır
KKHA mevsimsel özellik gösterir, vektör kenelerin hareketleri sıcak mevsimde artar. Türkiye’de Mayıs-Ekim arasında görülmektedir. Risk altında olan ve virüs izolasyonları yapılan ülkeler harita üzerinde gösterilmiştir.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Tanı
Tanı için biyogüvenlik açısından tam güvenli laboratuarlara ihtiyaç duyulmaktadır. Tanıda virüsün yada virüs RNA’sının kan ve doku örneklerinden izolasyonu, virüs antijeninin ve virüse karşı oluşmuş antikorların serolojik olarak tespiti esastır. Bu antikorlar en hızlı olarak ELISA ile saptanabilmektedir. Son zamanlarda, PCR gibi moleküler tanı yöntemleri de başarıyla uygulanmaktadır. Etlik Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim dalı, konu ile ilgili olarak hastalığın görüldüğü illerde, hastalığın hayvanlardaki durumunu belirlemek ve kene türlerini tespit etmek amacıyla epidemiyolojik bir çalışma yürütmektedir. Bu amaçla kene ve hayvanlardan kan serum örnekleri toplanmakta, toplanan bu kan serum örnekleri Virolojik Teşhis laboratuarında ELISA teşhis metodu kullanılarak değerlendirilmektedir. Parazitoloji laboratuarınca da hastalığa neden olan kene türlerini ayırt edici çalışmalar yapılmaktadır.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Korunma ve Kontrol;
Bu hastalıktan korunmak amacıyla, hali hazırda insanlar ve hayvanlar için geliştirilmiş bir aşı yoktur. Bu nedenle hastalıkta korunma tedbirleri büyük önem arz eder.
Özellikle hastalığın epidemik olarak görüldüğü yerlerde genel kene mücadelesinin etkin bir şekilde yapılması esastır. Kene mücadelesi çok önemli olmakla birlikte oldukça da zordur. Mera ve mesken keneleri nesillerini devam ettirebilmek için konakçılarından kan emmek zorundadırlar, genel olarak da konakçı spesifitesi göstermezler. Bu nedenle öncelikle kenelerin aktif olduğu dönemlerde (Nisan-Ekim) konakçıların uzak tutulması sağlanmalıdır. Böyle yerlere girme zorunluluğu bulunan kişilere ise çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemesi lastik çizme kullanmaları veya pantolon paçalarını çorap içine alarak girmeleri tavsiye edilmektedir. Bu yerlerin piknik amaçlı olarak kullanılmasının yasaklanması da bir tedbir olarak düşünülmelidir. Kenelerin bu yerlerde yoğun olarak bulunduğunun bilinmesi durumunda, canlılara ve çevreye zarar vermeden insektisit uygulamalarına baş vurulabilir. Bu amaçla uçak, helikopter, püskürtme cihazı monte edilmiş araç veya sırtta taşınabilen pülverizatörler kullanılmalıdır.
Gerek insanları gerekse hayvanları kene enfestasyonlarından korumak için, repellent olarak bilinen ve sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan, böcek kovucular kullanılabilir.
İnsan ve hayvanların kenelerin olduğu yerlerde bulunması durumunda, vücut belirli aralıklarla kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp öldürülmeli, yapışan keneler ise kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan (bir pensle sağa sola oynatılarak çivi çıkarır gibi) alınmalıdır.
Hayvan sahipleri, hayvanlarını, hayvan barınaklarını kenelere karşı uygun akarisidlerle ilaçlamalı, hayvan barınaklarını kenelerin yaşamasına (ahırdaki çatlak ve yarıkların tamir edilmesi ve sık sık kireçle badana yapılması). imkan vermeyecek şekilde düzenlemelidir. Özellikle kırsal kesimde yaşayanlar başta olmak üzere, halkın hastalık hakkında bilgilenmesi ve bilinçlendirilmesi için eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Hastalıktan korunmak ve hastalığı kontrol altına alabilmek için Sağlık Bakanlığı ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında koordineli çalışmalar yapılmalıdır.
Dr. Arife ERTÜRK
Uzman Veteriner Hekim
Virolojik Teşhis Lab. Şefi
Kaynak: Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü
Sağlıklı Yaşam İçin Pratik Bilgiler
- Dik oturmak, dik yürümek, omuzları sarkıtmamat, sağlıklı gelişmeyi kolaylaştırır,
- Yılda iki defa akciğerleri röntgen muayenesinden geçirmek, erken teşhisi sağlar. Erken teşhis, tedaviyi kolaylaştırır.
- Yılda bir defa genel sağlık kontrolü yaptırmak, yaşamı uzatır,
- Boş zamanları iyi değerlendirmek, ruhen ve bedenen dinlendirir,
- Açık havadan yararlanmak, bol oksijenle daha dinç yaşanır,
- Güzel sanatlarla ilgilenmek, hobi ve beceri kazandırır,
- Sarsıntılı seyreden taşıt araçlarında kitap okumak, gözü çabuk yorar. Okumak zorlaşır. Anlama zorlaşır.
- Yüzükoyun yatarak kitap okumak, gözü yorar.
- Gözle kitap düzleminin eşit olmasına özen göstermek, gözün yorulmasını önler. Okumak kolaylaşır.
- Zaman zaman uzağa bakarak gözü dinlendirmek,
- Gözü parmakla oğuşturmak ve göze baskı yapmak. Gözün ve göz organlarının fizyolojik yapısını bozar.
- Koyu renkli gözlükleri uzun süre takmak, renk algılayan hücreleri etkiler. Renk algılama bozulur.
- Göz kapaklarını uzun süre açık tutmak, korneanın ıslaklığını kaybettirir. Ağrı hissedilir.
- Kulağa vurmak, kulağı çekmek, kulak zarını yırtabilir.
- Kulağı sert batıcı cisimlerle karıştırmak, dış kulak enfeksiyonuna neden olur. Kulak zarı delinebilir.
- Tiz seslerden ve yüksek seslerden uzak durmak. Geçici ve kalıcı sağırlığı önler.
- Patlamalarda ağızı açarak, orta kulaktaki hava basıncını dengelemek, kulak zarını korur.
- Gürültülü yerlerde çalışırken, kulak takıcı kullanmak, sağırlığı önler.
Göz, kulak ve burun gibi duyu organlarını ve genel vücut sağlığını etkileyen davranışlarından bazıları şunlardır. Bu davranışlar, duyu organlarımız ve genel vücut sağlığı ile yakından ilgilidir.
- Yeterli ve endirekt ışıkta okumak, ders yapmak ve çalışmak, gözü yormaz. Okumak kolaylaşır.
- Aniden karanlık ortamdan aydınlıktan ortalama geçmek göz retinasını etkiler. Göz uyumunu yapamaz.
- Değişen güçteki ışıklı ortamda kalmak iris kaslarını yorar.
- Güneşe direkt bakmamak, parlak ışık ve elektrik kaynağı gibi çok parlak ışığa bakmamak, retinayı ve korneayı korur.
- Güneşte, karda, deniz kenarında uygun renkte gözlük kullanmak, gözü ışık ve ışından korur.
- Televizyonu normal uzaklıkta izlemek (ekranx5 ila 8) Televizyonun parlaklık ayarını iyi düzenlemek, gözü ve vücudu radyasyondan korur.
- Televizyon izlerken, oda yarı karanlık aydınlatılmalıdır.
- Uzun süre aynı cisim veya görüntüye bakmak, iris ve lens liflerini yorar. Renk algılama etkilenir.
- Suya girerken kulağı vazelinli pamukla tıkamak, korumak, kulağı enfeksiyondan korur.
- Burundan kıl koparmak, mikroplara giriş kapısı açar.
- Burun karıştırmak, mukozayı zedeler ve enfeksiyon gelişir.
- Aksırk ve öksürük anında ağız ve burunu mendille kapatmak, akteri yayılmasını önler.
- Ele aksırmak, elin kirlenmesine neden olur.
- Yüksek sesle konuşmak, ses tellerini zedeler,
- Burundan solunum yapmak, havayı solunuma uygun hale getirir.
- Yaralarla oynamak, sivilceleri sıkmak, septisemiye neden olur.
- Yerlere tükürmek, tükürenleri uyarmamak, hastalık yayar.
- Sigara, içki içmemek ve kumar oynamamak, içenleri ve oynayanları uyarmak, sağlıklı yaşam süresini artırır.
- Dişleri sert ve sivri maddelerle karıştırmak, çok sıcak ve çok soğuk içmek diş çürümesine neden olur.
- Dişlerle sert cisimleri kırmak, diş minesini çatlatır,
- Dişleri her yemekten sonra ve yatmadan önce fırçalamak, ağız ve diş sağlığını korur,
- Dişleri sağlık kontrolünden geçirmek, uzun süre sağlam kalmaları için şarttır. Ağız ve diş sağlığı korunur.
Yanık Yanıklar Yanık Tedavisi
Bu deri kazaları, çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir: Isı (katı, sıvı, buhar), güneş, elektrik, kimyasal maddeler vb. Nasıl davranılacağı, yanığın türüne ve genişliğine göre değişir. Fakat en büyük tehlike, daima enfeksiyon olasılığıdır. Bu rizikoya karşı derhal önlem almak gerekir.
Yanığın ciddiliğinin ölçütleri
Yanıkların tedavileri, ciddiyet durumlarına göre değişiktir. Bu da çeşitli etkenlerden kaynaklanır: Yanığın genişliği, derinliği, yeri ve sebebi.
Genişlik
Yanıklar ne kadar genişse, o kadar ciddi ve ağır demektir. Hayati bir teşhis koymak mümkündür: Yanan deri yüzeyiyle kazazedenin yaşının yüzdesi toplanır, 75 göstergesinin altında, yaşama şansı yüksektir. 75-100 arasında yaşama şansı daha azdır; 100'ün üstünde ise kazazedenin kurtulma şansı çok zayıftır ve acil durum doğmuş demektir.
Küçük çocuklarla yaşlılarda ve hastalıklı kişilerde (şeker hastaları, veremliler, alkolikler) tehlike, daha büvüktür.
Derinlik
Yanık yarasının kapanması, buna bağlıdır: Birinci derece yanıkta bir kırmızılık vardır; ikincisinde kabarcıklar görülür; üçüncü derece yanıkta dokular da berelenmiş olabilir, hatta yanık kemiğe kadar işleyip gerçek bir karbonlaşmaya varabilir.
Yeri
Bu da yanığın ciddiyetini tespitte önemli bir ölçüttür. Bedenin doğal açık yerlerine yakın (ağız, makat) yerlerdeki yanıklar, çok daha kolay enfeksiyon kapabilir ve daha güç kapanır. Boyun ve ellerdeki yanıklar da önemli izler bırakabilir. Bir de özellikle duyarlı bölgeler (örneğin cinsel organlar), yüz, yanıklara karşı aşırı duyarlıdır.
Sebep
Yakıcı madde içmekle (asitler, çamaşır suları, kostik soda) meydana gelen kimyasal yanıklar ve bazı elektrik yanıkları, bazen organizma açısından büyük önem taşır; çünkü iç yanıklara sebep olabilirler.
Her yıl ülkemizde yaklaşık 20.000 kişi yanmakta, bunların büyük bir bölümünü de çocuklar oluşturmaktadır. Modern tedavi yöntemlerine rağmen, pek çoğu ölmekte veya hiç de estetik olmayan yaralarla sakat kalmaktadır.
Bazı basit önlemler almakla, özellikle çocuklarda yanık kazaları önlenebilir.
— Çocukları asla alevli bir cismin yandığı odada yalnız bırakmayın: Özellikle bebekleri sandalyeleri ile mutfakta bırakmayın. Ocak yanma yerleştirmeyin.
Çocuğun elini uzatıp yetişebileceği bir yere kaynar su dolu bir kap veya kızgın ütü bırakmayın.
— Yürümeye başlayan bir çocuğun uzanıp çekmesi ihtimaline karşı, kapların ve tavaların sapını duvara çevrili bırakmayı alışkanlık edinin.
Birinin giysileri alev almışsa, öncelikle koşmasını engelleyin, yerde yuvarlamaya bırakmayın (enfeksiyon tehlikesi). Bunun yerine üzerine bir halı atmayı deneyin. Alevleri söndürdükten sonra da, temiz giysiler giydirin.
Guneş Yanıkları Cilt Yanıkları
Çoğunlukla çok ıstırap veren güneş yanıkları, bazen ciddi de olabilir. Birinci derecede, yani yalnız kızarıklık görülen yanıklarda, etkili bir tedavi yoktur.
Fakat eczanelerde satılan bazı nemlendirici ve deriyi teskin edici kremlerin yararı dokunabilir. Ancak bunların bazılarının deride reaksiyonlara sebep olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Herhangi bir ufunetlenme halinde, uygulamayı hemen kesip, bir deri uzmanına başvurun. Her şeyden önce, güneş yanıklı kişiyi gölgeye alın; su içirdikten sonra ateşini ölçün. Ateş yükselmişse ve daha başka belirtiler (örneğin, ödem) de varsa, hemen doktora başvurmak gerekir. Küçük çocuklarda ve yaşlılarda önemlice bir güneş çarpması, sıcak çarpmasına dönüşebilir Veya bir beyin konjestiyonu söz konusudur.
Güneşte uzun süre kalmayın. Güneşte çok yanmak, deriye açıkça saldırı sayılır ve bunun izlerini daima taşıyabilirsiniz.
Güneş Çarpması, Sıcak çarpması
Güneşte uzun bir süre kalmak veya yorgunluğun sebep olduğu bir zafiyet, şişmanlık veya yaşlılık, bu olaya yol açabilir. Daha çok baş ağrıları, kusma, bayılma, solunum güçlükleri, hatta şok haliyle kendisini belli eder İlk belirtilerden sonra kişiyi hemen güneşten uzaklaştırmak, sırt üstü uzandırmak, gerekirse, 37°C ısıda bir banyo yaptırmak gerekir. Daha sonra kendisine hafif tuzlu, bol ve serin su verilebilir.
Belirtiler devam eder ve durum daha da ciddileşirse, derhal doktora danışın.
Kızarıklık Yanmalar Kabarıklar
Kızarıklık Tedavisi
Ciddi olmaktan çok, ıstırap verici yanıklardır. Vücudun yanan bölümü soğuk su altına tutulabilir. Bu çok etkili bir yöntem olmasa bile, rahatlatır. Özellikle yanık üzerine yağlı maddeler sürmekten kaçının (pomad ve diğerleri). Çünkü bunlar yanığın derinliğini artırabilir. Kızarıklık çok genişse, doktora gidin.
Kabarıklar
Geniş veya dar, yanık kabartıları beyaz bir sıvıyla doludur. Bunun üzerindeki deriyi hiçbir zaman delmeye kalkışmayın. Deri açılmamışsa, en iyisi yanığa dokunmamaktır. Kabarık delinirse, bir yaraya olduğu gibi özen gösterilmelidir
Ciddi yanıklar
Ciddi bir şekilde yanan kazazede, derhal bir hastanenin ilgili servisine götürülmelidir. Bu arada yanıklara yara gibi davranılır.
Prensip olarak, yanık kazazedeleri soyulmaz, çünkü üzerlerindeki giysiler, aslında onu enfeksiyon tehlikesine karşı korur. Ancak:
• Giysiler yakıcı sıvıyı veya kızgın buharı emmişse: Bu durumda yanan kişi bol soğuk suyla yıkanmalıdır.
• Giysiler ve iç giysileri sentetik doku-dansa: Bunlar da derinin üzerine eriyebilir. Bu durumda da soğuk su duşu önerilir.
Kızgın zeytinyağıyla yanma halinde: Derhal soğuk suyla yanan uzvu yıkayın; çünkü zeytinyağı, derin yanıklar meydana getirir. Dış kimyasal madde yanıkları En az on dakika duş altında tutun. Sonra
yine su-altında giysilerini çıkartın.
İç yanıklar
Yakıcı maddelerin içilmesi, yemek borusunda iç yanmaya sebep olur. Mide, tok-sik maddelere karşı daha dirençlidir. Kazazedeyi kusturmaya çalışmayın, çünkü yemek borusu ikinci defa yanabilir. Daha çok içilen maddenin türünü öğrenin ve kendisini hemen bir hastaneye götürün. Cerrah, burada gerekli müdahalede bulunacaktır.
Elektrikle yanmalar - Göz yanmaları
Dikkat! Yanıklar bazı kişilerde solunum güçlükleri veya bayılma (şok) yaratabilir Böyle hallerde gecikmeden acil yardım Önlemleri uygulanmalıdır: Yan emniyet pozisyonunda yatırma veya hayat busesi
Yatak Yarası Tedavisi Bakımı
Yatak yarası hastanın aynı pozisyonda uzun süre kalması nedeniyle özellikle yatak ile kemik çıkıntıları arasında kalan bölgelerde yüzeysel kan dolaşımı vücut ağırlığının etkisiyle bozulur. Kan dolaşımının bozulması ile birlikte çevreden kaynaklanan fiziksel, mekanik ve bazı kimyasal faktörler nedeniyle doku hücreleri beslenemez. Oksijensiz kalan doku harabiyete uğrar ve ülser meydana gelir.
Yatak yarası deride kızarma ile başlar. Kızarma (Eritem) daha sonra morarmaya dönüşür. Moraran alanda deri bütünlüğü bozulur ve deri yer yer açılır. Açılma gittikçe yayılır ve enfekte olur. Yatak yarasının derinliği ve genişliği oranında hasta kan plazması kaybeder.
Yatak yarası, deri ve derialtı dokularına ve hatta kemiğe kadar derin-leşebilir.
Özellikle paralizili ve nörolojik hastalarda, diyabetlilerde, metabolizma bozukluğu olan hastalarda ve anemilerde çok sık görülür.
Yatak Yarasını Önleme (Tedavisi)
Tıbbi ve cerrahi tedavi amacıyla uzun süre yatan hastalarda yatak yarasının önlenmesi veya hafif geçirilmesi iyi bir hasta bakımı ile mümkündür. Tedavi sırasında yatak yarasını önlemek bakımın temel ilkesidir.
Yatak yarasını önlemek için aşağıdaki uygulamalar yapılır.
Hastaya bol proteinli bir diyet uygulanır.
Deri temiz, kimyasal etkenlerden uzak ve normal kurulukta tutulur. .
Hastanın yatış pozisyonu belirlenen zamanlarda sık sık değiştirilir. Yatağa temas eden ve basınç altında kalan, kemik çıkıntılarının bulunduğu bölgelere masaj yapılır. Yatak takımlarındaki kırışıklıklar giderilir.
Dışkı veya idrar ile kirlenen bölgeler sık sık temizlenir ve çamaşırlar değiştirilir.
Hastaya temas eden yatak yüzeyinin yumuşak olması ve kolay havalanabilir olması sağlanır. Yumuşaklık, çarşaf altına post veya sünger konması ile sağlanabilir.
Özel üretilmiş yüzeyi bölgesel olarak değişen havalı yataklar kullanılır.
Oluşan yatak yarasının bakımı için aşağıdaki uygulamalar yapılır.
Yatak yarası olma ihtimali yüksek olan ve kızaran bölgeye %70'lik alkol ile masaj yapılır. Antiseptikle silinir pudra ile kurulanır. Hekim tarafından önerilen antiseptik solüsyon ile açılan yaralı bölge pansuman yapılır. Yara kuru pansuman ile korunur.
Nekrozu olmuş dokular eksizyon ile alınır. Oksijen ile yara yıkanır. Yara kuru ve temiz tutulur. Gerekirse ultraviole tedavisi yapılır. Yaraya hücre çoğalımını hızlandıran pomatlar sürülür ve yara koruyucu steril pansuman ile kapatılır.Yatak yarasının tedavisi hekim tarafından planlanır.
Kan Basıncı Tansiyon Nedir
Kan Basıncı Nedir, Tansiyon Tanımı ve Genel Bilgiler
Kalbin, sistol devresinde ana atardamar aort yoluyla atardamarlara pompalanan kanın damar çeperine yapmış olduğu basınca tansiyon denir.
Kan basıncına karşı arterler de karşı direnç gösterirler. Bu direnç arterlerde fazla, venlerde azdır. Arterlerdeki kan basıncına arterial tansiyon, venlerdeki kan basıncına ise venöz tansiyon denir. Kalbin sistol durumundaki kan basıncına maksimum (en yüksek) diyastal durumundaki kan basıncına da minimum (en düşük) basınç denir. Maksimum basınca sisto-lik basınç, minimum basınca diastolik basınç da denir.
Kan basıncı yaşa, cinsiyete, günün değişik zamanlarında ölçülmesine ve ölçme tekniğine göre değişir.
Kan basıncını Etkileyen Faktörler, Tansiyon Nedenleri, Sebepleri
1. Kanın Volümü
Dolaşım sistemi içinde dolaşan kan hacmi (volümü) normal olduğu sürece kan basıncı da normaldir.
Kanamalar sonucu meydana gelen kan kaybı, kan hacminin azalmasına neden olur. Kan hacmini azaltan plazma kaybı da aynı şekilde tansiyonu etkiler.
2. Damarların Genişlemesi
Kan hacmi normal olduğu halde, damarlar gevşerse (Vasodilata-syon) kan dolaşımı bozulur. Kan dokularda birikir. Sonuç olarak tansiyon düşer. Kollapsta olduğu gibi.
3. Damar Esnekliğinin Kaybolması
Damarların yapısın oluşturan düz kaslar ve sinir sistemi normal çalışmadığı zaman damarlar esnekliğini kaybeder. Damarlar kan basıncına djrenç gösterir ve genişleyemez. Damar esnekliği kaybolursa tansiyon yükselir.
4. Kalbin Pompalama Gücü
Dolaşım sisteminin merkezi kalptir. Kalp, kendi kasından, damar ve sinir sisteminden kaynaklanan nedenlerle kanı arterlere pompalayamaz veya yetersiz pompalar. Kalp yetmezliğinde tansiyon düşer. Kalbin kan pompalama volümü azalır.
Kalp normalin üstünde kasılırsa, volümü azalır. Dolayısıyle tansiyon düşer.
5. Kapiller Direnç
Kapiller atardamarların dokulardaki en ince damarlarıdır (Kılcal damarlar). Bunlara arterioller de denir. Arterioller venlerin kılcal başlangıcıdır. Kılcal damarlardan kanın dolaşımı zor ve dirençli ya da kolay-dirençsiz ise tansiyon etkilenir. Kılcal damarlar nörojenik nedenlerle daralır veya genişlerler.
6. Kanın Yoğunluğu (Vizkositesi-Kıvamı)
Kan hücrelerinin ve plazmadaki kan proteinlerinin yoğunluğu (azlığı-çokluğu) kanın akıcılığını etkiler. Plazma, tuz ve sıvı kaybında kanın vizkosi-tesi bozulur. Vizkosite bozukluğu tansiyonu düşürür.
Tansiyon Olculen Yerler Kan Basinci
Kan Basıncı Ölçülen Yerler
Kan basıncı genel olarak sol brakial arterden ölçülür. Hastanın durumuna ve aldığı pozisyona göre sağ brakial arterden de alınır.
Kalp hastalarında her iki koldan ölçmek ve aradaki farkı görmek gereklidir.
Kan basıncı palpasyon yönteminde radial arterden ölçülür. Bu amaçla ayak bileğindeki arterlerden de kan basıncı ölçülebilir.
Tansiyon Ölçme İlkeleri
• Kol düz şekilde olmalı ve desteklenmelidir. Kol kalp seviyesinde olmalıdır.
• Manşet ve steteskopun diyaframı doğru yere yerleştirilmeli,
• Manometrenin ibresi sıfırda olmalıdır.
• Tansiyon ölçülemediği zaman manşetteki hava tamamen boşaltılmalı ve 30-40 saniye beklenmeli, sonra yeniden ölçüm yapılmalıdır.
• Manşetin uzunluğu kola uygun olmalıdır.
• Kolda yara, enfeksiyon ve ödem olmamalıdır.
• Tansiyon ölçümü öncelikle sol koldan yapılmalıdır.
• Kolda enfeksiyon varsa manşetin altına gazlı bez konmalıdır.
• Hasta ruhen ve bedenen dinlenmiş olmalı.
• Fiziksel hareketlerden sonra hasta dinlenmelidir.
• Tansiyon aletleri bakımlı olmalı, doğru ölçüp ölçmedikleri sık sık test edilmelidir.
• Bazı ülkelerde mmHg biriminden başka birimler kullanıldığı için tan siyon aletleri çift göstergeli üretilmektedir. Hangi göstergeye göre tansiyon ölçüleceği iyi bilinmelidir.
• Civalı tansiyon aletleri tercihen kullanılmalıdır.
Venöz Kan Basıncı Genel Bilgiler
Venlerde dolaşan kan, venlere 15 mmHg'lik civa basıncı yaparlar. Ven-lerdeki kan dolaşımı, venöz basınç ve venlerin anatomik yapıları yardımıyla kalbe doğru kolayca devam eder. Aynı zamanda arterlerin yanında yer alan venler, arterlerin genişlemesiyle daralırlar.
Bu daralma, vena kapakçıkları venöz kan basınç ve kalbin negatif emme gücü gibi mekanizmalar ile kan yer
Kanser Kemoterapiler
Kemoterapiden çok yararlanan türler (yüzde 50'den fazla)
Trofoblastik kanserler (Korionepitelioma gibi)
Testis kanserleri
Burkitt lenfoması
Hadghin lenfoması
Lenfositik lenfoma
Histiositik lenfoma
Akut lenfoblastik lösemi
Wilms tümörü
Ewing sarkoması
Çocuktaki embryonel rabdomyosarkoma
Meme kanseri
Yumurtalık (hver) kanseri
Kemoterapiden orta derecede yararlanan türler
Akut myelositer lösemi
Kronik lösemiler
Multipl myeloma
Prostat kanseri
Rahim kanseri
Sürrenal kanseri
Erişkin sarkomaları
Akciğer küçük hücreli kanseri
Mide kanseri
Kemoterapiden az yararlanan türler (yüzde 20'den az)
Akciğerin küçük hücre dışındaki türleri
Baş-boyun kanserleri
Yemek borusu ve bağırsak kanserleri
Rahimağzı kanseri
Melanoma
Beyin kanserleri
Böbrek ve mesane kanseri
Pankreas ve karaciğer kanserleri
Işınlama ve ilaç tedavisindeki başarının somut olarak değerlendirilebilmesi için artık kanser odağının ölçülebilir olması gerekir. Örneğin lenf düğümlerinin veya ele gelen kanser kitlesinin veya röntgen incelemesinde akciğerdeki kanser kitlesinin boyutları ölçülebilir. Bu ölçümler hekimler arasındaki kavram birligini sağlayabilmek için de değerlendirilmiştir. Tedavi ile kanser odağı ve belirtilen tamamen silinmişse "tam cevap- tam remisyon - silinme" deyimi, tümör odağında iki çapın çarpımı sonucu yüzde 50 azalmışsa, "kısmi cevap remisyon silinme" deyimleri kullanılır.
Ender vakalarda kanser odağının hatta metastazlarının (hıpernefroma, melanoma da) kendiliğinden silindiği ve hastanın iyileştiği gözlenmiştir. Bu olay hastanın bağışıklığında oluşan bir değişiklikle vücuduna yabancı odağı ortadan kaldırması şeklinde açıklanmıştır. Bu görüş kanser ile bağışıklık ilişkisine ağırlık veren hipoteze de uygundur. Bu noktadan hareketle tedavide değişik aşı yöntemlerinden de yararlanma denenmiştir. Bu yaklaşıma "İmmünoterapi - Bağışıklık tedavisi" denmektedir.
Hastanın çıkarılan kanser dokusu ışınlanarak veya kimyasal işlemlerden geçirilerek hastaya tekrar aşı gibi verilebilir. Bu yöntem "aktif immünizasyon" olarak tanımlanır. Bu tür aşılamanın bir türü de kişide bağışıklığı sağlayan lenfositlerinin vücut dışında kamçılanması ve tekrar hastaya verilmesidir. Son günlerde ABD'de "kansere çare bulundu" flaş haberine yol açan deney de hastanın vücut dışına alınan lenfositlerine laboratuvarda üretilen lenfositin etkili maddesinin (interleukin) yamanarak tekrar hastaya verilmesidir. Diğer bir yöntem, laboratuvarda hücre veya dokuya bağışıklığı geliştirilmiş serumların kullanılmasıdır. "Pasif immünizasyon". Hastalık türünle ilgisi olmayan ve başka hastalıkların aşısının vücuttaki bağışıklığı uyandırıcı olarak kullanılmasına ise "Nonspesifik - özgü olmayan immünizasyon" diyoruz. Örnek olarak verem aşısı BCG'nin belirli aralıklarla hastaya verilmesi veya derideki kanser odakları içine zerk edilmesini gösterebiliriz. Bu yöntemlerin az-çok faydalarını belirten çalışmalar yayınlanmışsa da, genelde dikkate değer bir başarı sağlanamamıştır. Ancak tamamen başka amaçla geliştirilen ilaçların incelenmeleri sırasında bağışıklığı artırıcı etkileri görülmüş (Parazit ilacı Levamisole gibi) ve bu türdeki ilaçların sayısı artmaya başlamıştır. Kemoterapi ile birlikte kullanıldığında başarıya katkıda bulundukları kabul edilmektedir.
Kanser hastalarının tedavisinde doğrudan hastalığa yönelik tedavinin yanında "Destek Tedavisi" olarak adlandırabileceğimiz bir bölüm de vardır. Uzun sureli bu hastalıkta tedaviye en önemli yardımcı, hastanın beslenmesinin istenen düzeyde tutulmasıdır. İştahsız, halsiz olan bu hastalara tedavinin de eklediği bulantı gibi yan etkiler, beslenmeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bakımdan, az miktarlarda, yüksek kalori ve protein değeri olan yiyeceklerin sık öğünler şeklinde verilmesi uygundur. Mutfağımızın temel yiyeceklerinden beyaz peynir, yoğurt, ayran ve bal iyi örneklerdir. İştahsızlık yanında sindirim kanalı kanserleri veya bu kanalı dışarıdan basan durumlarda ise hastayı serumlarla beklemek gerekebilir. Beslenmede gıdanın yanında vitaminlerle destek, genel duruma olumlu katkılarda bulunacaktır. Günlük yaşamda beslenmenin yanında, hastanın hareketinin programlanması da gerekir. Yatağa bağımlı kalan hastanın yalnız psikolojik açıdan değil, kas gücü, dolaşım bakımından da toparlanması güçtür. Bu nedenle hastalığının izin verdiği sınırlar içinde hasta hareket etmeye teşvik edilmelidir. Gerek beslenme, gerekse hareket konularında bir ölçüde hasta ikna edilirken sosyal, ekonomik durumu yanında, eğitim düzeyi hekimin yaklaşımına yön verecektir. Uzun sürecek bu hastalıkta hekim-hasta arasındaki psikolojik ilişki, büyük ağırlık taşır, ülkemizde bu konunun ayrı bir boyutu da vardır. Batı ülkelerindeki hastanın hastalığını tam olarak bilmesi sosyal bir hak sayılarak, gerçek kendisine açıklanırken; bizde hastanın yakınları hastalığın saklanmasını veya durumun çok yumuşatılarak açıklanmasını hekimden istemektedir. Sosyal hemşire mesleğinin olmadığı ülkemizde bu durum kanser hekimlerinin görevini büsbütün güçleştirmektedir. Ancak bu noktada toplumumuzdaki yakın aile ilişkileri, bu yükü büyük ölçüde paylaşmaktadır.
Tüm kanser hastalarına ilişkin bu destek tedavinin dışında, cerrahi girişim sonucunda normal beden yapısında değişiklik yapılması zorunluluğu doğmuş hastaların "rehabilitasyonu" da bir diğer sorundur. Yapay kol ve bacak takılan, bağırsak veya idrar kanalı karın cildine açılmış, ses aygıtı alınmış hastaların yeni durumlarına alışmaları için sosyal hemşire desteği çok önemli bir yardımdır. Ne yazık ki, bu kurum ülkemizde yok denecek kadar azdır. Bu hastaların yapay aygıtları kullanmayı öğrenme dışında psikolojik olarak desteklenmeleri de tedavinin özellikle yaşam kalitesindeki başarısını artırmaktadır. Ülkemizde bu yükü,hastanın yakın çevresi taşımaktadır.
Kanser Tedavisi ve Cerrahi Girisimler
Kanser Tedavisinde Cerrahi Girişimler
Önleyici cerrahi: Bazı dokulardaki değişiklikler kötü huylu olmamakla beraber zaman içinde kansere dönüşebilme olasılığı nedeniyle hekimin dikkatini çeker. Örneğin midede uzun süre iyileşmeyen derin ülserler, kalırı bağırsaktaki poliplerden parmaksı yapıda olanlar, tiroiddeki iyod tutmayan işlev dışı düğümler, memedeki bazı sert salgı yapan tümörler
Bu yöndeki kesin kararda hastanın yaşı, genel durumu, yakınmaları, psikolojik durumu gibi değişik etkenler, cerrahı yönlendiricidir.
Tanı için cerrahi: Yukarıda saydığımız ve benzeri doku değişikliklerinde kesin tanı, o doku çıkarılıp, mikroskopik inceleme yapılmadan konamaz. Olayın yerine göre ya dokudan bir parça alınıp inceleme yapılır veya doku değişikliğinin tümü çıkarılarak incelenir. Bir parça alınması için "biopsi" deyimini kullanıyoruz. Bugünkü gelişmiş radyolojik incelemeler, şüpheli doku vücut içinde derinde de olsa o noktaya cerrahi kullanmadan, uygun bir iğne ile ulaşmamıza olanak sağlayabilmektedir. Bu durumda, "iğne biopsisi" deyimi kullanılmaktadır. Hastanın bayıltılarak tanı için yapılan cerrahi girişim sırasında, ameliyatın genişletilmesi kararı için mikroskopik sonucu gerektiren durumlar da doğmaktadır (Örneğin, memedeki şüpheli urlarda, yalnız düğümcüğü veya memenin tümünü çıkarmak kararı gibi). Bu durumda alınan örneğin, dondurularak derhal incelenmesinde "frozan section" İngilizce deyimi kullanılır.
Bu durumlarda göğüs boşluğunda veya karın boşluğunda bir tümörden şüphelenildiğinde ve önceden kesin tanı olmaksızın inceleme amacı ile yapılan cerrahi girişimlere "Eksploratuar Cerrahi" denir. Bu girişim karın boşluğunda ise "Laparatomi", göğüs boşluğunda ise "Torakotomi" adını alır. Bu girişimler kesin tan: koyma yanında, eğer olay kanser tanısı ile sonuçlanırsa, ek olarak hastalığın yayılması ve evresi hakkında da elzem bilgileri sağlar. Bu evrendirme ilerde kullanılacak tedavi yönteminin saptanmasındaki en önemli etkendir.
Yıllar içinde gelişen teknik yöntemler tanı için gerekli girişimlerde cerrahi yöntem sayısının azaltılmasını sağlamıştır. Örneğin, fiberoptik teknik, büyük cerrahi girişim yerine vücut boşluklarına ışıklı hortumların yöneltilerek doku parçalarının alınabilmesini sağlamaktadır. Karın boşluğu için "laparoskopi" mide için "gastroskopi" akciğer bronş ağaçı için "bronkoskopi" adları ile anılan yöntemler örnektirler.
Bazı durumlarda tedavi sonuçlarının kesin sonucunu görmek ve devam edilecek tedavi yöntemine karar vermek için vücut boşluğunun cerrah tarafından tekrar görülmesinde yarar vardır. Bu tür cerrahi girişim İngilizce deyimiyle "second-look" olarak anılır. Örneğin yumurtalık kanserlerinde uygulanan bu ikinci girişimlerde ilk ameliyatta çıkarılamayıp da sonraki ilaç ve/veya ışın tedavisiyle küçülerek çıkarılabilir hale gelmiş tümör artıkları da varsa temizlenebilirler.
Tekrarlamada (nükste) cerrahi: Doğal seyri yavaş olan kanserlerde birinci tedavi girişimlerinden aylar veya yıllar sonra tekrar aynı bölgede veya komşu alanlarda hastalığın tekrar tomurcuklandığı görülebilir. Örneğin meme kanserinde derideki düğümcükler, bağırsak tümörlerinde tekrarlamalar, mesane ve tükürük bezi düşük dereceli tümörlerindeki tekrarlar gibi. Bu tekrarlayan tomurcukların cerrahi çıkarılması için yapılan girişimlere "Rekürrens cerrahisi" denir.
Şifaya yönelik cerrahi (küratif): Kanserde temel amaç, kanserli dokunun tümüyle ve hiçbir yayılma olmaksızın çıkarılmasıdır ki, bu gerçekleşmişse hastalık tekrarlamayacak ve hasta şifaya kavuşacak demektir. Hasta dokunun tümünün çıkartı-labildiği cerrahi girişim, küratif olarak tanımlanır.
Tümör küçültücü (reduktif) cerrahi: Ameliyat sırasında veya daha önceki incelemelerden tümörlü dokunun tümüyleçı-karılamayacağı anlaşılabilir. Ancak hastaya ışın ve ilaç tedavileri ile bir şans tanımak için çıkarılabilecek kadar tümörün ayıklanması yoluna gidilir. Bu tür cerrahi, sonucuna bağlı olarak "Reduktif cerrahî" deyimiyle tanımlanır.
Rahatlatıcı (palüatif) cerrahi: Kanserde olay tümüyle çıkarılamayacak düzeyde ilerlemiş ve hastanın günlük beden işlevlerini bozacak belirtiler başlamış olabilir. Örneğin bağırsak tümörlerinde bağırsak tıkanmasında sürekli kusmalar başlamış dışkılama tamamen durmuş olabilir. Büyüyen tümör baskısı ile şiddetli ağrılar ve felç durumu ortaya çıkabilir. Hastanın şifaya kavuşturulamayacağı bilinse bile, kalan hayatını nispeten rahat geçirebilmesi için bu baskıları kaldırmak amacı ile, cerrahi yoldan tümörün bir kısmı kazınır. Bu tür cerrahi girişimler "palliatif" deyimiyle anılırlar.
Cerrahi girişimlerde, amaç ve sonuca göre verilen bu adların yanında kullanılan teknik yönteme bağlı adlandırmalar da vardır. Kanser dokusu normal dokudan farklı olduğundan teknik bakımdan bisturi ile keserek ve ipliklerle bağlayarak, yapılması çok güç ince işlevler için değişik teknikler kullanılmaktadır. Elektrik akımı geçen bir uç (elektrokoter) cerrahi sahadaki küçük damarcıkların kanamasının durdurulmasında, iltihaplanma gösteren dokuların yakılarak sterilize edilmesinde bir çeşit bisturi gibi kullanılabilir. Biraz değişik bir teknik de (cryo-surgery) adı altında elektrik akımı yerine dondurucu bir ucun kullanılarak cerrahinin yapılmasıdır. Özellikle derideki bazı benlerin çıkarılmasında bu yöntem sık olarak kullanılmaktadır. En son gelişen teknik ise "laser" ışınlarının yöneltilmesi ile kanserli dokuların bir çeşit yakılmasıdır. Bu yöntem önümüzdeki yıllar için gelişme vaadetmektedir.
Tedavinin ikinci temel taşı ışın tedavisinde de kullanma amacına, uygulama şekline göre adlandırmalar vardır. Işınlamada temel amaç, kanser hücrelerine yöneltilen ışın ile bu hücrelerin öldürülmesi, fakat çevredeki sağlam doku veya organa zarar verilmemesidir.
Şifa sağlayıcı radyoterapi: Var olan kanser dokusunun tümünü içine alan alana hücre öldürücü dozun uygulanabilmesine "küratif radyoterapi" denir. Bazı durumlarda ışınlamanın şifa sağlayamayacağı halde hastanın hayatını tehdit eden veya çok ağrılı bulguların kontrolü için "rahatlatıcı veya dindirici" amaçla da ışınlama yapılır ki, bu işlem "paliatif radyoterapi" adını alır. Örneğin rektum kanamalarında, bronş kanamalarında, omurilik basılarında, dolaşımda venöz dönüşen engellemesinde, sinir ağlarına olan basılarda uygulanan radyoterapi.
Işınlama X-ışınları, gamma ışınları ve elektronlar kullanılarak kanserli hücreleri öldürmektedir. Bu ışınların mümkün olan en kontrollü ve etkin şekilde uygulanması için teknik gelişmelerde büyük atılımlar sağlanmıştır. 1943'te yüksek enerjili X-ışını ve elektron hızlandırıcı Betatron, 1951 yılında da "çizgisel-lineer hızlandırıcılar"ile Cobalt -60 cihazları geliştirildi.Çok sık kullanılan Cobalt -60 cihazlarındaki kaynak yüksek enerjili gamma ışını vermektedir. Bu kaynak kendi kendine de radyoaktif özelliğini yitireceğinden ortalama 5 yılda bir kaynağın yenilenmesi gerekir.
Işınlama yöntemine göre de bazı deyimler kullanılmaktadır.
Eksternal - Dıştan ışınlama: Derideki kanserli doku dıştan yönlendirilen ışınlarla tedaviye alınır. Uygulamanın doğru yapılması için ışınlanacak alanın tam saptanması önemlidir. Radyolojik teknik başta olmak üzere bilgisayar yardımıyla ışın fizikçileri ve hekim elbirliği ile alanı, yönleri ve doz dilimlerini hesaplar. En önemli nokta komşu ve ışına duyarlı organların mümkün olduğunca az ışın almasıdır. Bu amaçla derin tümörler birden fazla yönden ışınlanır. Bu planlamada vücut modeli görevini yapan cihazlara "Simülatör" denir.
Vücut boşlukları ile komşu dokulardaki kanserlerde bu boşluklara sokulabilen ve ışın yayma özelliği olan gereçler radyoterapi için kullanılabilir. Örneğin rahim, rektum ve son zamanlarda yemek borusunda bu yöntem kullanılmaktadır ki, bu yaklaşıma "İntrakaviter-boşlukiçi radyoterapi" adı verilir. Gerek eksternal, gerekse intrakaviter ışınlama aralıklı zamanlarda yapılır. Günde bir veya birkaç defa belirli bir süre ışın verilir. Bir diğer ışınlama yönteminde ise kanserli dokunun içine ışın yayma özelliği olan radyoaktif çekirdekler veya iğneler yerleştirilerek, ışınlama yapılabilir. Bu yönteme "Dokuiçi-lnterstisyel ışınlama" diyoruz. Daha sık rahim kanserinde uygulanan bu yöntem son zamanlarda akciğer kanserinde de denenmektedir. Bu yöntemdeki özellik hekimin kanserli dokuya ulaşarak bu çekirdekleri yerleştirebilmesidir. Işınlama çekirdekten tüm çevresine aynı değerde olacağından bu daha çok top gibi olan kanserli dokularda tercih edilmektedir. Ancak yeni tekniklerle iğne şeklinde ve ışın yayma özellikleri planlanabilen ışın kaynakları geliştirmeye çalışılmaktadır.
Bir diğer sınırlı ışınlama tekniği de kimyasal işlev özelliği taşıyan bazı organlara bu özgü kimyasal maddenin radyoaktif şeklinin verilmesidir. Böylelikle bu radyoaktif madde adı geçen organa giderek orada ışınlama görevi yapmaktadır. İyod tutan tiroidin kanserlerinde bu yöntem kullanılmaktadır. Ancak bir maddeyi bu kadar özgül seçici olduğunu bildiğimiz organ şimdilik yalnız tiroid ve eritrositlerdir.
Radyoterapi (ışınlama) değişik tür kanserler üzerinde farklı etkinlik gösterir. Bu bakımdan bu doku ve tümör türlerini şu şekilde kümelere ayırabiliriz:
Işının en etkili olduğu küme: Lenfatik doku (Hodgkin ve Hodgkin dışı lenfomalar), kemik iliği hücreleri (lösemilerde tüm vücut ışınlaması veya vücut dışı ışınlama veya lösemilerde ilik dışı organ odakları), testis (seminoma türü), yumurtalık (disger-minoma, granuiosa hücreli tümörü).
Işının etkili olduğu küme ise: Orofarenks epiteli (orofarenks ve larenks epidermoid kanserleri), yemek borusu (epidermoid kanseri), deri (bazal hücreli kanseri), mesane değişken epiteli (mesane kanserleri).
Orta derecede etkili olduğu dokular: Bağ dokusu, beyinin nöroglial dokusu, damar endoteli, çoğalmakta olan kıkırdak ve kemik dokusudur. Bu dokulardan kaynaklanan kondrosarkomalar, osteosarkomalar her tür tümörün damar yumakları, beyin astrositomaları ışına orta derecede duyarlıdır.
Radyoterapinin az etkilediği dokular: Olgunlaşmasını tamamlamış kıkırdak ve kemik, salgı bezleri, bronş epiteli, pankreas epiteli, tiroid epiteli, karaciğer ve böbrek epiteli ve bu dokuların kanserleri sayılır.
Işına en dirençli dokular ise: Kas ve sinir dokusu ve bu dokuların tümörleridir.
Ancak uygulamada bu duyarlılık derecelerinin yanı sıra, tümörün bulunduğu bölge ve çevresi de çok önemlidir.
ışınlamanın, ışınlanan alan, çevresindeki doku, toplam ışın dozu ve ışınlama aralığı ve de aynı anda kullanılan kemoterapi varsa birleşik etkiye bağlı, bazı yan etkileri söz konusüdur. Bu etkiler erken dönemde ve geç dönemde görülen etkiler olarak ayrılabilir Erken etkiler arasındaki en önemlisi kemik iliği baskısı sonucu kansızlık ve akyuvar sayısının azalmasıdır. Bunun yanında, halsizlik, bulantı şikâyetleri de ön plana geçebilir. Geç van etkiler arasında ışınlanan alanın kalınlaşması, kanlanmasının bozulması ve kangrenleşmesi (radiobionekroz) görülebilir Bu tür nekrozun kemikteki şekli en sık alt çenede Görülmektedir. Işınlamadan sonra dış kökleri de zedelenerek dişler dökülebilir. Akciğer dokusunun fibrozu (elastikiyetinin kaybı) böbreğin sklerozu, bu organların normal işlevlerinde kayıplara neden olabilir. Dokuların bir çeşit kavrularak kalınlaşması, kanal yapısındaki organların tıkanmasına (bağırsak, idrar yolu, yemek borusu gibi) yol açabilir. Bu organlar delinebilir. Işınlamadan uzun süre sonra sinirlerin dejenere oluşu ve buna bağlı çeşitli sinirsel yan etkiler de ortaya çıkabilir.
Kanser tedavisinde üçüncü yöntemimiz ilaçla tedavi, 1940 yılından beri gittikçe artan bir ivme ile gelişmektedir. Amacına göre ilaç tedavisi de (kemoterapi) farklı deyimlerle anılır: Şifaya yönelik kemoterapi (Küratif kemoterapi) sonunda hastayı tam şifaya kavuşturan kemoterapidir. Bugün korionepitelioma, Wilms tümörü, Burkitt lenfoması ve ienfomaların bir bölümünde şifa sağlanabilmektedir. "Rahatlatıcı -Palliatif kemoterapi" ise, sonunda şifa şansı olmasa bile hastanın şikâyetlerini ve kanserin toksik etkilerini azaltıcı, yaşam süresini hem de daha rahat koşullarda bir ölçüde uzatmak amacı ile uygulanan ilaç tedavisidir. Önleyici amaçla kullanılan ilaç tedavisine ise "Adjuvant-destek kemoterapisi" adını veriyoruz. Bu durumda kanser cerrahi veya ışın yöntemleri ile tümüyle çıkarılmış veya silinmiştir. Ancak, deneyimlerimiz böyle düşündüğümüz vakaların önemli bir bölümünde bir süre sonra yeni tomurcuklanmaların çıktığını göstermiş ve bu olay gözle saptayamadığımız yırtıkların zamanla odaklaşmalarına bağlanmıştır. Bu olası artıkların silinmesi için ilaç tedavisi önerilmektedir.
Kanser Erken Teshis Korunma Kontrol
Kanserde Erken Teşhis, Korunma Yöntemleri,
Kanserde Doktora Başvurma Zamanı
Yaşam süreci içinde kanser sıklığı incelendiğinde iki dönemde artış görülür. Birinci dönem buluğdan önceki dönem, ikincisi ise 40-50 yaşlarından sonraki yaşlılık dönemidir Bu iki dönemde kişinin bağışıklık açısından daha duyarlı olduğu bilinmektedir. İlk dönemde kalıtım etkeninin, ileri yaşta ise yaşlanmış dokular ve çevre etkenlerin birikiminin artışa yol açtığı düşünülmektedir. Bu noktalar dikkate alındığında her zaman için aralıklı sağlık kontrollerinin yararının yanında, özellikle bazı dönemlerde bu kontrollerin daha da önem kazandığı ortaya çıkmaktadır.
Bu konuda tavsiye edilecek tutum, genel sağlık sorunları için yapılacak tavsiyeden farklı değildir. Kişinin sağlığı için izleyeceği en uygun yol, mümkünse bir aile hekimine, değilse bir sağlık kurumuna şikâyeti olsun olmasın, yılda bir kontrol için başvurmasıdır. Her yıl bunu uygulamak güç geliyorsa, hiç olmazsa kritik bazı devirlerde ihmal edilmemelidir.
Bu dönemler hangileridir? Vücuttaki hücre gruplarının büyük bir kısmının hayatın belirli dönemlerinde işlevleri artmakta veya azalmaktadır. Bu işlev değişikliği hormon dediğimiz iç salgıların yönetimindedir. Çocukların boy atması, yaş dönemleri hep bu hormonların yoğunluğu ile ilgilidir. Bu yoğunluk değişikliği karşısında hormona bağımlı hücreler de duyarlı bir dönem geçirirler: Bu zamanlar hormon etkisindeki dokular için eğer bir zemin varsa kanserin daha sık tomurcuklandığı dönemler sayılır.
Hayatın ilk yaşında bebek gelişimi ve aşıları yönünden doktorunun çizeceği takvime göre sık izlenecektir.
Bundan sonra okula başlayana kadar yılda bir, gerekli aşıların tekrarlanması gerekir ve okula başlarken genel bir değerlendirme çok yararlıdır. Bundan sonra ergenlik belirtilerinin başlangıcı hem erkek, hem kız çocukları için sağlık açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Kadınlar için buna ek olarak evliliğin başlangıcı, gebe kalma ve lohusalık sonu dönemleri ve çağdaş toplumlarda doğum kontrolü için hap kullanma veya spiral takma ve çıkartma tarihleri, meme ve üretim organları kanserlerinin kontrolü için sağlık kontrolünün yapılması gereken dönüm noktalarıdır.
Çeşitli çalışmalarda 40 yaş, dokuların yaşlanmaya başladığı daha doğrusu yaşlanmanın hızlandığı dönem olarak saptanmıştır. Bu yaşta genel sağlık kontrolü çok önemlidir ve bu yaştan sonra yılda bir tekrarı uygundur. Bu dönemin özellik gösteren bir noktası da kadında adet kesilmesinin başlaması, erkeğin de cinsel hormonlarının azalması (andropoz) devreleridir.
Bu konu işlenirken son yılların modası (Check-up) sorununu da işlemek gerekir. Yukarıda önemli yaş noktalarını saydığımız genel sağlık kontrolleri gerçek anlamıyla bir(Check-up)'tır. Ancak, tavsiyemizin hekim muayenesi olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Hekim uygun gördüğünde bazı laboratuvar kontrollerini de bulgusuna veya hastanın yaşına göre isteyecektir. Örneğin: 40 yaş erkek kontrolünde bir akciğer röntgeni ve elektrokardiyogram, dışkıda gizli kan aranması uygundur. Son değerlendirme de yine hekime aittir. Ülkemizdeki yanlış uygulama Check-up laboratuvarı adı altında, aile hekiminin yönlendirmesinden bağımsız olarakbir dizi testin,özellik gözetilmeksizin herkese uygulanmasıdır.
Bir şikâyet, belirti olmaksızın hekim kontrolünün özellikle hangi dönemlerde gerekli olduğuna değindikten sonra, bir şikâyet veya belirti halinde hekime başvurmanın gereğini hatırlatmak isterim. Basitmiş gibi görünen belirtiler için iki hafta kadar kendiliğinden veya basit tedbirlerle iyileşmesini beklemek bir kayıp olmayabilir. Ancak iki haftayı aşan durumlarda hekime başvurulması şarttır. "Kanserde erken tanı, hayat kurtarır" sloganının temeli, bu basit belirtilerin ihmal edilmemesindedir.
Kanser Belirtileri Kanser Hastaligi Nedenleri
Kanserden şüphe ettiren belirtiler nelerdir?, Kanser Hastalığı Belirtileri
Kitapçığımızın başında kanseri tanımlarken, yapısı bozuk bir hücre yumağı olduğunu belirtmiştik. Ancak hastalığın ileri dönemlerinde hastalığın vücuttaki etkisi, bu oluşumun yalnız kitle belirtilerinde kalmayıp, tüm organizmayı etkileyen etkenlere ve belirtilere dönüşmektedir. Nitekim kanserden ölüm, kanserin başlangıcı olan kitlenin mekanik özelliklerinden çok daha fazla, bu dokunun ve başka bölgelere sıçrayan odakların toksik salgılarının tüm vücut metabolik dengesini bozmasıyla olmaktadır.
Bu nedenle kanserde ilk belirtiler kitlenin varlığı ve hemen komşuluğu ile ilgili başlayabileceği gibi; bu odaktan uzak bir sıçrama odağındaki belirti veya vücudun genel bir rahatsızlığı - tepkisi (halsizlik, iştah kaybı, kilo kaybı, ateş) gibi de ortaya çıkabilir.
Belirtilerin belli doku türlerine özgü olanlarını o dokulara göre sıralanması izleme kolaylığı sağlayacaktır.
Deri kanserleri: Daha önceden varolan bir ben veya deri kabarıklığının renk değiştirmesi, koyulaşması, kaşınmaya başlaması, büyümesi veya basit bir tahriş sonucu sık kanaması, buradaki hücrelerin yapısındaki bir değişikliğe işarettir.
Yumuşak doku tümörleri: Bölgesel kabarıklık veya tümörün olduğu bölgedeki sinirlere karşı nedeniyle o bölgede veya bağlantılı olduğu sinir ağına uygun bölgelerde, ağrı, duyu bozukluğu belirtileri görülebilir.
Kemik tümörleri: Bölgesel şişlik ve ağrı en önde gelen belirtidir.
Beyin tümörleri: Beyinin yerleştiği bölgesindeki işleve göre çok farklı belirtiler verecektir. Denge bozukluğu, kulak çınlaması, sara nöbeti belirtileri gibi. Ancak beyindeki omurilik sıvısı kanallarının tümör baskısı nedeniyle tıkanması beyin içi basıncının artmasına ve baş ağrısı, görme bozukluğu, bulantı, kusma gibi şikâyetlere yol açar.
Larenks kanserleri: 15 günü aşan ses kısıklığı, ses telleri bölgesindeki tümörlerin ilk belirtisidir.
Sindirim sistemi tümörleri: Özellikle katı gıdalarda yutma güçlüğü yemek borusunda bir daralmayı düşündürür ki, bu organın tümörüne bağlı olabilir. Hazım güçlüğü, sık kusma, karında veya bele vuran ağrı, mide kanserindeki en sık habercilerdir. Yine bu bulgular ve bunların yanında kişinin gıda rejimini değiştirmemesine rağmen dışkılama düzeninin bozulması, peklik veya sürgünün başlaması, dışkıda kan görülmesi ise bağırsak kanserinin belirtileri arasındadır.
Mikrobik bir nedene bağlanamayan ve safrakesesi taşı saptanamayan sarılıklar ise, pankreas tümörlerini düşündürür.
Akciğer tümörü: Bugün için erkeklerdeki en sık tür olan akciğer kanserinde ise kısa sürede tedavi edilemeyen öksürük, balgamla birlikte kan izleri, daha sık sırtta, kürek kemiği çevresinde olmak üzere göğüs duvarının herhangi bir bölgesindeki ağrı, araştırılması gereken belirtilerdir.
İdrar yolları tümörleri: İdrar renginin kirli pembeye dönmesi veya doğrudan kan görülmesi ilk önce böbrek taşını düşündürür; ancak idrar yollarında bir tümöre de bağlı olabilir. Böbrek tümörleri ise uzun süre belirtisiz, sinsi olarak gelişir, ancak bel boşluğunda şişlik ve ağrı ile ortaya çıkabilir. Testislerde ağrı, sertlik ise bu organların kanserini düşündürmelidir. İdrarda zorluk, çatallaşma, prostat büyümesinin belirtisidir ki, bu büyümelerin bir kısmı da kötü huylu olabilir.
Kadın genital tümörleri: Kadınlarda âdetlerin dışındaki dönemdeki kanamalar rahim ağzı tümörlerinin en sık görülen belirtisidir. Diğer genital organ tümörleri ise âdetlerde düzen bozukluğu, karında şişlik veya ağrı ile kendilerini gösterebilirler.
Meme tümörü: Meme kanseri ise kadınlardaki en sık görülen türdür. Daha çok ağrısız bir sert kitle ilk bulgudur. Ancak meme başından kanlı akıntı, meme başının içeri doğru çekilmesi, koltuk altı bezlerinin şişmesi de ilk işaret olabilir.
Lenfomalar: Lenf bezlerinin kanserinde lenf bezlerinin şişmesi, genel ateş, kansızlık, halsizlik ilk bulgulardır. Kan kanserlerinde aynı bulgular yanında, izah edilemeyen çürükler, diş eti, burun kanamaları ilk bulgular olabilir.
Yukarıda olayın başladığı doku ve vücut bölgelerine göre sıraladığımız belirtiler yerine bazı vakalarda tümörün sıçradığı odaklardaki belirtiler ön plana geçebilir. Bunlar arasında, bir çarpma olmadan meydana gelen kırıklar, hareket kusurları, his kusurları (kol, bacakta yanma hissi gibi), felçler ilk belirti şeklinde ortaya çıkabilir.
Kanser Nedir Kanser Hakkinda Bilgi
Kanser Nedir, Kanser Hakkında Bilgiler, Kanser Nasıl Oluşur
Kanser Hastalığı Normal yapısı bozulan bir hücre veya hücre grubunun bu anormal yapısına rağmen çoğalmaya başlaması ve sonunda tüm bedeni zehirleyebilecek ürünleri olan bir odak oluşturmasına
"kanser" diyoruz.
Doğa bu anormal değişime iki temel yöntemle karşı koymaktadır:
A. Normal yapısı bozulan her hücre yaşayamaz, çoğalamaz, bu nedenle de kanser hücresine dönüşemez. Tersine, normalden sapan bu hücrelerin büyük çoğunluğu bu yeni yapılarıyla yaşayamaz ve ölürler. Ancak küçük bir bölüm bu yapı bozulmasına rağmen ölmez ve bölünerek çoğalmaya başlar. Böylece kanser odağı oluşur.
B. Vücutta ortaya çıkan bu normal dışı hücrelerin yabancı yapısını tanıyan bağışıklık tepkisiyle görevli hücreler, yeni oluşmaya başlayan kanser odağını sarıp silebilirler. Ancak bu bekçilik görevinin başarılabilmesi için iki temel koşul gerekir:
1. Vücutta bir yabancı odağın-bulunduğu uyarısının, odak çok büyümeden algılanması.
2. Bu uyarıya uyabilecek bekçi hücrelerin (bağışıklık görevlilerinin) vücutta yeterli düzeyde olması.
İşte bu iki koruyucu yöntem de çalışmazsa kanser hastalıkları diye adlandırdığımız klinik olaylar ortaya çıkar.
Bazen hücreler yapısal bozukluk göstermeden de bazı odaklar halinde büyüyebilirler. Bu tümoral oluşumlara iyi huylu (selim) tümörler denir. Bu tümörlerin toksik salgıları yoktur ve kitlelerinin çevreye baskısının ortaya çıkardığı belirtileri ön plandadır. Bir gelişimin kötü veya iyi huylu oluşu, yerleştiği doku ve klinik belirtilerine göre ancak bir ölçüde ayırdediiebilir. Kesin ayırım için ise parça alınarak, histopatoiojik tahlilin yapılması gerekir.
Aids Kanserler Kaposi Sarkomu Lenfomalar
Aids ve Kanserler
AİDS'in seyri sırasında bazı kanserler dikkati çekecek kadar sık olarak görülmektedir. Bunlar, Kaposi sarkomu, lenfomalar, dil, rektum ve anüs kanserleridir.
Kaposi Sarkomu Nedir
Kaposi sarkomu ilk defa 1872'de Dr. Kaposi tarafından tarif edildiği için, onun adıyla anılan nadir bir tümördür. En çok el ve ayaklara yakın yerlerde, mor, ya da kahverengi-kırmızı renklerde kabarık deri lezyonları şeklinde görülen bu kanser türü Batı dünyasında nadirdir. Daha çok, ileri yaşlardaki Akdenizli ve Doğu Avrupalı insanlarda görülür. Buna karşılık, Kongo'da çok sıktır ve oradaki kanserlerin yüzde 11'ini oluşturur. Fakat, 1979'dan itibaren ABD'de, homoseksüel erkeklerde Kaposi sarkomunun sık görüldüğü tespit edildi. Bunların ortak noktaları, hepsinin AlDS'li oluşlarıydı. Zamanla, Kaposi sarkomunun AlDS'li hastaların üçte birinde bulunduğu anlaşıldı.
Hastalığın en çok görülen şekli deridedir. Daha çok, bacaklarda, kollarda olur ve yıllarca süren bir gidiş gösterir. Fakat, AlDS'li hastalardaki Kaposi sarkomunun hızlı seyrettiği; deriden başka yerlere yayıldığı (lenf bezlerine, akciğerlere, kemiklere ve bağırsaklara) ve böyle hastaların yüzde 40'ının bir yılda kaybedildiği tespit edilmiş bulunmaktadır.
AİDS ve Kaposi sarkomlu kişilerde rastlanılan bir genetik özellik vardır: Bunlarda, doku gruplarından HLA-DR-5 yüksek oranda bulunmuştur. Bu, irsi bir etkiyi düşündürmektedir. Sarkomu yapan asıl etkenin, AlDS'lilerde sık görüldüğünü yukarıda söylediğimiz Cytomegalovirüsü olduğu hakkında kanaatler gittikçe kuvvetlenmektedir.
Kaposi sarkomunun tedavisi ilaç ve radyoterapiyle (ışın) yapılmaktadır. Küçük alanlardaki hastalık ışınla; yaygın hastalık ise kanser Maçlarıyla (kemoterapi) tedavi edilir. Bu ilaçlar arasında en etkilileri Etoposide (VP-16) ve vinblastin'dir. Ayrıca, vücudun bağışıklığını artırmaya yönelik ilaçlardan interferon da, yüksek dozlarda Kaposi sarkomuna tesir etmektedir. Yine aynı maksatla retinoidler(13-cis retinoik asid) ve isoprinosine isimli maddeler de denenmektedir.
Lenfoma Nedir, Lenfoma belirtileri, Lenfoma Tedavisi
Lenfomalar, lenf bezlerinin tümörleridir. AlDS'li hastaların yüzde 5-15 kadarında lenfomalar da görülmektedir. Bunlar, Hodgkin lenfoması ve Hodgkin olmayan lenfomalar diye iki gruba ayrılırlar ve AlDS'lilerde daha çok Hodgkin olmayan lenfomalar görülür. Hodgkin olmayan lenfomaların iki tipi AlDS'de özellikle görülmektedir:
a. Burkitt lenfoması.
b. Lenfoblastik lenfoma.
Burkitt lenfoması, muhtemelen Epstein-Barr virüsünden olmaktadır. Bu virüs, merkezi Afrika'da pek sıktır ve aynı bölgede Burkitt lenfoması da çok görülmektedir. Bu virüsün AlDS'lilerde de enfeksiyon yaptığını yukarıda görmüştük. Burkitt lenfoması, yüz ve çenede (Afrika tipi) şişlikler yaptığı gibi, karında kitleler de (Amerikan tipi) oluşturabilmektedir.
Lenfomaların tedavisine, erken devrelerde radyoterapi, ilerlemiş devrelerde ilâç tedavisi (kemoterapi) kullanılır. Bazen her iki tedavi şeklinin birlikte kullanılması da gerekebilir.
Diğer Kanserler
AlDS'li hastalarda görülen diğer kanserler arasında ağız, anüs (makat) ve rektum kanserleri sayılabilir. Bunlar cinsel faaliyetler sırasında zedelenen dokulardır ve bu hastalardaki enfeksiyonlarda görülen herpes virüslerinin bu kanserlere yol açtığı düşünülmektedir. Herpes virüsünün Vinci tipi ağız-dil kanseri, herpes virüsünün 2'nci tipi ise rektum ve anüs kanserleri yapmaktadır.
AlDS'li hastalarda bu çeşitli kanserlerin oluşunu şu şekilde izah etme eğilimi vardır: Önce LAV/HTLV-III virüsü vücuda girip enfeksiyon yapar ve bağışıklığı yok eder. Bunun arkasından fırsatçı enfeksiyonlar (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü veya herpes simplex I ve II virüsleri) vücudu istilâ eder ve yukarıda gördüğümüz kanserleri bu virüsler oluşturur.
Eğer bu hipotez doğruysa, kanser ihtimalinin virüs enfeksiyonlarıyla paralel gitmesi beklenir. Gerçekten de öyle olmaktadır. AlDS'li hastalar arasında virüslerin en çok bulunduğu grup, homoseksüel erkekler grubudur, ve kanserler en çok bunlar arasında görülmektedir. Meselâ, homoseksüel ve biseksüel erkek AlDS'li hastalarda Kaposi sarkomu sıklığı yüzde 46 iken, heteroseksüel AlDS'lilerde bu sıklık yüzde 7 dolaylarındadır.
Aids Klinik Belirtiler Enfeksiyonlar
Aids Klinik Tablolar ve Enfeksiyonlar
AİDS içinde ileri derecedeki bağışıklık yetmezliği nedeniyle oluşan karmaşık klinik tablolar bulunmaktadır. Hastalığın gidişi sırasında sık sık tekrarlayan fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi sarkomu görülür. Kaposi sarkomu aslında nadir görülen bir kanser türü olmakla beraber, AlDS'li hastaların üçte biri kadarında görülebilmektedir. Bu has- talar aynı zamanda, lenfoma dediğimiz türden tömürler de oluşturabilirler.
Başlangıç kısımda sözünü ettiğimiz LAV/HTLV—III virüsü vücuda girdikten sonra özellikle yardımcı T hücrelerini işgal etmekte, onların içinde çoğalmakta ve bu hücrelerin gelişmelerini ve görev yapmalarını engellemekte; böylece kişide meydana gelen bağışıklık yetmezliği, fırsatçı enfeksiyonlara yol açmakta ve AİDS hastalığının çeşitli tablolar oluşmaktadır. Şu halde hastalığı başlatan LAV/HTLV—III virüsü olmakla beraber, hastalığın gidişini belirleyen tek faktör bu değildir. İkincil viral enfeksiyonlar da büyük roller oynamaktadırlar. Yalnız LAV virüsü ile enfekte olanlarda kan testleri pozitif olmakla birlikte (bunlara serumları virüs bakımından pozitif kişiler ya da kısaca seropozitif kişiler denir), AİDS tablosu görülmez. Hasta LAV virüsüyle birlikte diğer virüslerin de istilâsına uğrarsa, o zaman AİDS'in klinik tablolarının oluştuğu ve geliştiği düşünülmektedir. Bu ilave virüsler arasında en önemlileri Cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü, B Hepatit virüsü, Herpes virüsleridir. Bu virüsler bir taraftan çeşitli enfeksiyon tablola- rı yaratırlarken, bir taraftan da AlDS'de görülen bazı kanser türlerini oluştururlar. Cytomegalovirüsün Kaposu sarkomu oluşunda, Epstein-Barr virüsünün lenfomaların oluşunda, Herpes simplex I virüsünün dil kanseri ve Herpes simplex II virüsünün de rektum ve anüs kanserlerinin oluşunda rol oynadıklarına dair kanıtlar gittikçe çoğalmaktadır. Yukarıdaki gözlemler, AlDS'li hastalarla kanser oluşumunda iki kademe düşündürmektedir.
Klinik Belirtiler
AlDS'de klinik belirtiler 4 kısımda incelenebilir:
1 Doğumdan LAV/HTLV-IM virüsünün etkilerine bağlı belirtiler.
2. Bağışıklık yetmezliği nedeniyle oluşan fırsatçı enfeksiyonların
belirtileri.
3 Kaposi sarkomuna bağlı belirtiler.
4. Diğer habis hastalıklara bağlı belirtiler.
LAV virüsüyle enfekte olan kişilerin bir kısmında hiçbir belirti olmaz Bunların virüsle bulaştıkları ancak kan testleriyle anlaşılır. Virüsle bulaşanların bir kısmı, akut bir enfeksiyon tablosu gösterirler. B. kaç günden birkaç haftaya kadar süren bu tabloda ateş terleme, halsız-lik, fenalık hissi, kas ve eklem ağrıları, başağrısı, boğaz ağrısı, ishal, lenf bezlerinde genel büyüme ve deri döküntüleri gorulebilir. Bazen rombostopeni de olur. Bu hastalık tablosu enfeksiyöz mononükleoz dediğimiz tabloya çok benzer. Yalnız orada kanda artmış oranda lenfositler ve monositler varken, burada böyle birşey yoktun Bu hastalarda kanda LAV virüsü antikorlar, (seropozitivite bulunur Bazen hastalığın başlangıcında antikorlar yoktur; ancak birkaç hafta içinde se-ropozitlvte oluşur. Bu akut safha geçtikten sonra hastalık uykuya girebilir ve aylar ya da yıllarca hiçbir belirti, görülmez (latent safha).
Hastalığın bir diğer şekli "Lenfadenopati sendromu" yada AİDS related complex" = ARC şeklidir. Burada, yaygın lent bezleri büyümesi yanında, ateş, gece terlemeleri, zayıflama, halsizlik gibi belirtiler
olur ve bu tablo uzun süre gider. ARC'II hastaların yüzde 10-20 kadarı birkaç yıl içinde tam AİDS tablosuna dönüşebilir.
LAV virüsü, yukarıda anlatılan belirtiler yanında, bazı organlara da zarar verebilmektedir. Merkezi sinir sistemini tutabilen virüs ansefa-lit gibi nörolojik belirtilere sebep olabilmektedir. Bunun yanında vırus, bağırsak hastalığı (anterit), böbrek yetmezliği, metabolik ve hormo-nal bozukluklar (hiperkalsemi ve böbreküstü bezi yetmezliği) ve aller-jik belirtilere yol açmaktadır.
Virüsün yaptığı bu belirtiler yanında, AİDS seyri sırasında birçok enfeksiyonlar da görülmektedir. Biraz aşağıda bu enfeksiyonlardan bahsedeceğiz. Cetvel VIII, yukarıda bahsettiğimiz klinik tabloları özetlemektedir.
Aids Hastaligi Nasil Bulasir
Aids Hastalığı Nasıl Bulaşır? Aids Hastalığı Hakkında Bilgi
Cinsel Temasla ve Diğer Yollarla Bulaşan Hastalıklar
AİDS'in olası bulaşma yolları virüsün bulunmasından önce de biliniyordu. Ama virüsün bulunması ve kan testlerinin kullanılmasından sonra bu konuda daha kesin bilgiler elde edildi. AİDS, virüslü kan ve kan ürünlerinin verilmesi, kan testleri olumlu sonuç veren kişilerle cinsel ilişki ve anne adayının gebeliği sırasında virüsü taşıması durumunda kesin olarak bulaşır. Hastalık belirtisi vermeden bu virüsü taşıyan herkesin enfeksiyonu bulaştırabileceği de unutulmamalıdır.
Şimdi bu bulaşma yollarını daha ayrıntılı inceleyelim:
• Kan yoluyla bulaşma - 1980lerin ortalarına gelindiğinde Batı'da kan ya da kan ürünleri (plazma vb) nakli yapılan hastalar arasında çok sayıda bulaşma saptanmıştı. Özellikle sık sık pıhtılaşma faktörleri nakli yaptırmak zorunda olan hemofili hastalarına virüs bu yolla bulaşıyordu.
1985'ten sonra denetimler sıklaştırılarak virüs taşıyan kanların kan bankalarında elenmesi, kan ürünlerinin ısıyla işlenmesi, kan vericilerinin yüksek risk gruplarından olmamasına özen gösterilmesi gibi önlemler alındı. Böylece kan nakli yoluyla bulaşma en aza indirildi. Günümüzde gelişmiş ülkelerde pıhtılaşma faktörleriyle bulaşma oranı çok düşüktür. Ender görülen örnekleri de vericinin kısa süre önce enfeksiyonu alıp virüse karşı henüz antikor geliştirmeden bağışta bulunmasıyla açıklanabilir.
Kan yoluyla bulaşma damardan uyuşturucu kullananlar arasında çok yaygındır. Uyuşturucu bağımlılarının aynı şırıngayı birçok kez ve ortaklaşa kullanmaları virüsün kan yoluyla bulaşmasına yol açar.
Uyuşturucu bağımlılarının daha küçük, ama gene de önemli bir bölümünde virüs cinsel ilişkiyle bulaşır; bu grupta olguların yaklaşık yüzde 30'u virüsün cinsel ilişkiyle bulaşmasına bağlıdır.
Uyuşturucu bağımlıları arasında kan ve cinsel ilişki yoluyla virüs yayılması daha önce de gözlenmiştir. Bu kişilerde B tipi hepatit virüsünün aynı yoldan bulaştığı bilinmektedir. Hatta B tipi hepatit son 20 yılda uyuşturucu bağımlılarının yüzde 90'ında görülen bir hastalık olmuştur.
Uyuşturucu bağımlılarının ortak şırınga kullanma alışkanlığı, endokardit (kalp iç zarı iltihabı) gibi ağır bulaşıcı hastalıklara da yol açabilir.
Kullanılmış bir şırıngada yaklaşık 34 mikrolitte kan kalmaktadır. Bu miktar, şırıngayı damarına sokan bir sonraki uyuşturucu bağımlısına HIV ve başka hastalık etkenlerini bulaştırmaya yeterlidir. Yalnız şırınga iğnesinin ucuna bulaşmış olabilecek kan miktarı ise şırıngada kalanın yüzde l'i kadardır. Bu nedenle iğne ucunun bir kez yanlışlıkla batması sonucu bulaşma çok ender görülür. Halka açık yerlere atılmış iğnelerin yanlışlıkla batması sonucu HIV bulaşan hiçbir olgu bildirilmemiştir.
• Cinsel ilişkiyle bulaşma - Virüs aynı ya da karşı cinsle yapılan her türlü (anüsten, dölyolundan ya da ağızdan) cinsel ilişki sırasında bir eşten öbürüne bulaşabilir. Virüsün bu yolla alınıp alınmadığını saptamak için eşlerin cinsel yaşamöyküsü dikkatle incelenmelidir. Bu saptamada dikkat edilmesi gereken çeşitli öğeler şunlardır:
Eş seçimi: Seçilen eşin kanında virüs bulunma olasılığı açısından önemlidir. Uyuşturucu bağımlılarının, her iki cinsle ilişkide bulunanların ve eşcinsellerin virüsü taşıma olasılığı daha yüksektir. Ama istatistikler bu durumun hızla değişmekte olduğunu ve karşı cinsle ilişkinin başlıca bulaşma yolu olacağını göstermektedir.
Eş sayısı: Cinsel yaşamda değiştirilen eş sayısı arttıkça, virüs taşıyıcı bir eşle birleşme olasılığı da artacaktır.
Cinsel ilişkinin türü ve sıklığı: Kanında virüsü taşıyan bir eşle kurulan cinsel ilişkide ilişkinin sıklığı bulaşma tehlikesini artırır. Ayrıca özellikle anüs yoluyla edilgen ilişkide virüsün bulaşma oranı daha yüksektir.
Prezervatif kullanımı: Virüs taşıyıcı bir eşle yaşanan cinsel ilişkide bulaşma olasılığını 10 kez azaltır.
Cinsel organlarda iltihaplı hastalık ya da yaraların varlığı: Yara ve hastalıklar virüsün bulaşmasını kolaylaştırıcı bir ortam oluşturur. Virüs taşıyıcı bir eşle dölyolundan bir kez cinsel ilişki sonucunda virüsün bulaşma olasılığı 100'de 1 ile 500'de 1 arasında tahmin edilmektedir. Yukarıda söz edilen koşulların bir araya gelmesi bulaşma tehlikesini kat kat artırır. Örneğin kişinin uyuşturucu bağımlısı bir eş seçtiğim ve prezervatif kullanmadan dölyolu ilişkisine girdiğini varsayalım. Bu bölgedeki uyuşturucu* bağımlıları arasında virüs taşıyıcılığı oranı da yüzde 30 olsun. Bu durumda kişinin virüs taşıyan bir eşe rastlama olasılığı yaklaşık 3'te l'dir ve bir kez ilişkide bulunmak bile 300'de 1 ile 1.500'de 1 arasında bir olasılıkla kişinin virüsü almasıyla sonuçlanacaktır. Cinsel organlarda yaraların bulunması ise bu olasılığın çok yükselmesine yol açar.
• Gebelik sırasında anneden çocuğa (dikey) bulaşma - Kanında virüs taşıyan annelerin doğurduğu bütün bebeklerde HlV'e karşı antikorlar bulunduğu bilinmektedir. Ama antikorlar anneden bebeğe edilgen biçimde geçebildiğin-den bebeklerin hepsinde enfeksiyon görülmeyebilir. Dikey bulaşma olguların yüzde 30'u kadarında söz konusudur.
AİDS virüsüne, virüs taşıyıcı annelerin sütünde de rastlanmıştır. Doğumdan kısa bir süre sonra virüsü alan annelerin enfeksiyonu bebeklerine süt yoluyla bulaştırdığı olgular da bildirilmiştir.
Henüz kanıtlanmamış bulaşma yolları - Bilim adamları varsayılan, ama henüz kanıtlanmamış HIV bulaşma yolları üzerinde yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Aile, okul, işyeri, hastane gibi ortamlarda virüs taşıyıcı insan sayısının gittikçe artması, ayrıca virüsün kan dışındaki vücut sıvılarında da bulunduğunun saptanması, bilinenlerin dışındaki bulaşma yollarının da dikkatle araştırılmasını gerektirmektedir.
Birçok araştırma HlV'in ter, tükürük, gözyaşı, idrar gibi vücut sıvılarıyla bulaşmadığını göstermektedir. Bu nedenle kan ya da cinsel ilişki yoluyla bulaşmanın dışta tutulduğu aile, okul ya da işyeri gibi ortamlarda virüs taşıyıcı kişilerin virüsü bulaştırma tehlikesi yoktur. Tuvalet, havlu, elbezi gibi yer ve eşyaların ortak kullanımı tehlike yaratmaz. Virüs sivrisinek gibi böcek sok-malanyla da geçmemektedir.
Şimdi bu sonuçlan veren araştırmaları daha ayrıntılı inceleyelim:
Tükürükle bulaşma olasılığı: Virüsün tükürükte görülme oranı kanda görülme oranından çok düşük olmakla birlikte, taşıyıcıların tükürüğünden de virüs ayrıştırılmıştır. Öte yandan çok az tükürük, vücut dışı ortamda AİDS virüsünün üremesini önlemektedir.
Bir varsayıma göre tükürükle bulaşma büyük miktarlarda kanın tükürüğe karışmasıyla gerçekleşebilir. Bu yöndeki araştırmalar özellikle kanında virüs taşıyan kişilerin ısırdığı ya da hastane ortamında tükürükle ilişkisi olanlar üzerinde yürütülmektedir. 1986'da bildirilen bir çocuk hastanın enfeksiyonu ısırma yoluyla almış olabileceği üzerinde durulmuş, ama bu hastanın geçmişiyle ilgili bilgilerin yeterli olmaması nedeniyle kesin sonuca varılamamıştır.
AIDS'li hastalar tarafından ısırıldıktan sonra uzun süre izlenen sekiz sağlık görevlisi ve sekiz çocukta virüs saptanmamıştır. HIV'li hastaların tükürüğüyle ilişkisi olan sağlık görevlilerinin hiçbiri virüsü almamış, ağız yoluyla HIV'li hastalara yapay solunum yaptıran iki görevlide de bulaşma görülmemiştir.
Gözyaşıyla bulaşma: HIV kanında virüs bulunan kişilerin gözyaşından çok ender olarak elde edilmiştir. Bugüne değin gözyaşı ya da kontak lens yoluyla bulaşma bildirilmemiştir, ama muayene ya da lens denemeleri sırasında virüsün bulaşma olasılığı üzerinde durulmaktadır.
İdrarla bulaşma: HlV'in idrardan elde edilme sıklığı da çok düşüktür. Hastaların idrarıyla ilgili işlemler yapan sağlık personeli arasında bu yolla bulaştığı bilinen herhangi bir olguya rastlanmamıştır.
Aids Hastaligi Belirtileri Nelerdir Aids Hastasi
Hasta 60 yaşından daha gençtir.
Homoseksüel ve biseksüel erkekler
Damardan ilaç zerkeden toksikomanlar
Kan transfüzyonu alanlar
Hemofilik hastalar
AlDS'li hastalarla cinsel ilişkide bulunanlar
Yukarıdakilerin çocukları
Aids Hastalığının Belirtileri, Aids Hastalığı Belirtiler Nelerdir
Aids Nasıl Anlaşılır, Uzun süren ateş Önemli kilo kaybı Uzun süren ishal Deri döküntüleri Ağızda ve makatta yaralar Devamlı öksürük Nefes darlığı Çeşitli yerlerdeki lenf bezlerinde şişme Özellikle kol ve bacaklarda mor -siyah lekeler (Kaposi sarkomu)
Laboratuvar Bulguları
AİDS virüsüne karşı hasta kanımda antikor varlığı
Kansızlık
Enfeksiyonları tanımak için balgam, kan ve idrar bulguları
İlave/kanser şüphesi varsa biyopsi
Karıda yardımcı T lenfositlerinde azalma
Kanda önleyici T lenfositlerinde artma
İmmünolojik deri testlerinde bozukluk
Esasen birçok enfeksiyöz ve virütik hastalıkta da aynı durum gözlenir. Bir uçta hastalıktan ölünürken, diğer uçta gizli enfeksiyon veya hiç hasta olmayanlar bulunur. Viral B hepatiti bu duruma güzel bir örnektir. Her yıl yüzbinlerce kişi dünyada hepatit B virüsü ile enfekte olmakta ve bunların büyük çoğunluğu (yüzde 75) hiç hasta olmamakta veya gripal enfeksiyon gibi (yorgunluk, nezle vs.) bir tabloyla işi geçiştirmektedir. Virüs alanların yüzde 25 kadarı bulantı, kusma, karın ağrısı, sarılık gibi belirtilerle hasta olmakta ve iyileşmektedir. Yüzde 10 kadarı iyileştikten sonra virüsü taşır (portör). Virüs alanların ancak yüzde 1 kadarı, sarılıkla başlayan hastalığı geçiremez, karaciğer yetmezliğinden ya da hepatit sonrası oluşan karaciğer kanserinden kaybedilirler. Görüldüğü gibi, hepatit B virüsü ve AİDS virüsünün yarattıkları hastalık oranları birbirine benzemektedir. Cetvel II bu durumu özetlemektedir.
Virüs ve Hastalık
Virüsle temasa geliş (Seropozitivite) % 100
Orta şiddette hastalık (ARC) % 10
Ağır hastalık (AİDS) % 1
Aids Nedir Aids Hastaligi Hakkinda Bilgi
AİDS, 1981 yılından beri farkına varılmış bir hastalıktır.
Virüslerle bulaşan bu hastalıkta ölüm oranı yüksek olup (yaklaşık yüzde 50), bugüne kadardünyada 15 bin kadar vak'a bildirilmiştir. Bunların büyük çoğunluğu hâlen Amerika Birleşik Devletleri'ndedir.
AİDS, (Acquired Immune Deficiency Syndrome) kazanılmış immün yetersizlik sendromu şeklinde dilimize çevrilebilir. Hastalık kazanılmıştır, yani doğuştan olan veya irsî değildir. İmmün kelimesi vücudun doğal savunma gücünü ifade eder. Sendrom ise, bir hastalığı belirleyen ve birlikte bulunan bir grup özel şikâyet ve belirtilerin tümünü ifade eder. AlDS'li hastalar, normal bir organizmanın kolayca yenebileceği hastalıklara açıktırlar.
AlDS'li hastalar, immün yetersizlikleri nedeniyle, fırsatçı enfeksiyonlara kolayca tutulurlar. Bunlar genellikle soğuk algınlığı, nezle veya diğer viral bir enfeksiyon gibi görünürler. İlk belirtiler arasında halsizlik, kolay yorulma, iştahsızlık, ateş, gece terlemesi, lenf bezlerinde şişme (boyunda, koltukaltlarında ve kasıklarda), zayıflama, diyare, öksürük ve çeşitli deri lezyonları görülebilir.. Bu belirtiler aylarca bu şekilde sürebileceği gibi, tabloya eklenen enfeksiyonlar durumu ağırlaştırabilir. Hastaların hemen yarısı "pneumocystis carinii" denilen bir çeşit parazitle oluşan bir pnömoniye tutulurlar. Hastaların üçte biri kadarı "Kaposi sarkomu" denilen nadir bir deri kanserine tutuldukları gibi, fırsatçı dediğimiz ve normal kişilerde hastalık yapmayan mantarlar, bakteriler, virüsler ve parazitlerle enfekte olurlar. Kuşkusuz bu hastalarda fırsatçı olmayan gerçek patojen yani hastalık yapıcı bakteriler ve virüsler de aynı zamanda hastalıklara sebep olabilirler. Cetvel I AlDS'li bir hastanın özelliklerini özetlemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Haitili göçmenler ayrı bir risk grubu oluşturmaktadırlar.
Aids hastalığının bir virüs tarafından oluşturulduğu 1983 yılında Paris'te Institut Pasteur'de Dr.Montagnier tarafından bildirilmiştir. Fransızlar, bu virüse LAV (lenfadenopati virüsü) adını vermişlerdir. Birkaç ay sonra Amerikalı Dr. Gallo ve arkadaşları da aynı virüsü bulmuşlar ve buna HTLV-III (human T-cell leukemia virüs III) adını vermişlerdir. Bu virüs rektal, vajinal yollarla veya kan yoluyla (bulaşmış kan verilmesi veya bulaşık şırıngalar kullanılmasıyla) vücuda girmekte; kandaki T lenfositlerinin bir kısmının (T4 lenfositleri veya yardımcı lenfositlerin) içine girerek orada çoğalmakta ve o sırada lenfositi yok etmektedir. Çoğalan virüsler yeni hücrelere girerek devamlı çoğalmakta ve T4 lenfositleri de giderek azalmaktadır. Vücutlarına virüs giren kişilerin kanında virüse karşı antikorlar bulunur. Bunlara "seropozitif kişiler" denir. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bir hastalık belirtisi göstermez; ya da nezle, yorgunluk, kırıklık gibi kısa süreli belirtilerle hastalığı geçiştirirler. Virüslü kişilerin yüzde 10 kadarı orta şiddette bir hastalık gösterirler. Bu tabloya "Lenfadenopati" şekli denildiği gibi, ARC (AİDS Related Complex) şekli de denmektedir. Burada hastalar aylar ya da yıllarca süren ateş, gece teri, zayıflama, halsizlik, diyare, lenf bezlerinde büyüme gibi belirti ve şikâyetlerle hasta olurlar. Nihayet virüslü kişilerin yüzde 1 kadarı tam ve ağır AİDS hastalığına tutulmaktadırlar.
Vücud İsısı Ateş Yükselmesi
Vücut ısısı, canlılık belirtisidir. Vücut daima ısı üretir ve ısı kaybeder. Üretilen ısı ve kaybedilen ısı arasındaki fark vücudun ısısıdır. Vücut ısısı, beyin tabanında hipotalamustaki merkez tarafından ayarlanır ve dengede tutulur. Bu merkeze ısı ayarlama (Termoregülasyon) merkezi denir.
Vücut ısısı metabolizma, hareket ve açığa çıkan enerjiden meydana gelir. Vücut, terleyerek, solunum yaparak, derinin teması ve boşaltım sistemleri atıklarıyla ısı kaybeder.
Sağlıklı bir insanın ısısı her ortamda 36.5-37 °C derecedir. Isının aynı olması termoregülasyon merkezi tarafından ayarlanır.
Hastalık halinde ısı meydana getiren ve ısı kaybettiren sistemler etkilendiği için ısı ya yükselir ya da düşer.
Vücut ısısı, termometre ile ölçülür. Ölçü birimi Santigrad (°C) olarak değerlendirilir. Vücut ısısı, ısı ölçülen organa göre küçük değişiklik gösterir. Oral yoldan ısı ölçümünün normal değerleri minimum (en az) 37.2 C maksi. mum 37.7 °C'dir. Rektal yoldanjsı ölçümünün normal değeri 37,5 °C'dir. Çocuklarda Bu değer 37,7Cdir..
Aksilla yani koltuk altından ısı ölçümünün normal değeri ise 36.5 °C'dir.
Isı yükselmesiyle birlikte nabız sayısı artar, solunum hızlanır. Metabolizma artar. Ateş, sistemlerin çalışmasını genel olarak hızlandırır.
Ateş Nasıl Ölçülür, Ateş Ölçülecek Yerler
Vücut ısısı hastanın durumuna göre değişik yerlerden alınır. Isı ölçme (Alma) yeri, hastanın geçirmekte olduğu hastalığa, geçirdiği operasyona, travmaya ve bunun gibi bir çok duruma göre değişir.Vücut ısısı genel olarak oral yoldan (ağızdan-dil altından). rekta[ yoldan (Anüsten), koltuk altından (Aksilla) ve çocuklarda kasıktan ölçülür. Bu yollardan alına ateş, 1-2 diziyemlik fark gösterir.
Bogulmalarda İlk Yardim Suda Bogulmada İlkyardim
Boğulmada solunum yolunun tıkanması, solunuma yardımcı adalelerin felci, solunum merkezinin felci sonucunda ortaya çıkabilir. Zehirli gazlarla da boğulma olabilir. Boğulma sıklıkla suda görülür ve bu durumda kalp çalışmaya devam ettiğinden, acil ilk yardımdan yararlanılan bir durumdur. Bu nedenle sudan çıkartılan bir kişiye yardım etmekte acele edilmesi gerekir. 3-5 dakika içinde hastaya ilk yardım uygulanabilirse hayata döndürmek mümkündür. Bu durumdaki bir hastaya hemen suni solunum yapılmalıdır. Bu sırada akciğerlere giren hava, suyun atılmasına yardımcı olur. Tıbbi tedavi sağlanıncaya kadar suni solunuma devam edilmelidir. Yüzükoyun yatan hastanın karnından tutularak kaldırılması da suyun boşaltılmasına yardımcı olur. Küçük çocuklarda yutulan su ayaklarından tutarak baş aşağı pozisyona getirilerek çıkartılabilir. Suda boğulan kişi ayağa kaldırılmamalıdır. Üstündeki giysiler çıkartılmalı ve vücudu ısıtılmalıdır
Sok ve İlkyardim Sokta İlk Yardim
Şok ve İlkyardım
Şok, hayati organların kanlanma bozukluğu ile karakterize bir akut dolaşım yetmezliğidir. Kan basıncı alınmayacak kadar düşüktür. Bilinç kaybı sıklıkla son dönemde oluşur. Şok çok çeşitli nedenlerle meydana gelebilir. Başlıca nedenler şöyle sıralanabilir:
Hipovolemik (volum azalması) şok
Kardiyojenik şok
Septik (sepsiste) şok
Alerjik şok
Ağrı şoku
Bütün şoklarda kan kaybı, plazma kaybı ve kalbe dönen kan miktarında azalma söz konusudur. Şokun derecesi de bu kayıplara bağlıdır. Şiddetli ishallerde bağırsaklardan akan dışkı ile bol miktarda sıvı kaybedilir. Kanamada da damardan doğrudan kan akar. Her iki durumda da kan hacmi azalır. Dolaşım, dokuları beslemede yetersizleşir. Ayrıca kalbe dönen kan miktarı azaldığından kalbin pompalama gücü de düşer.
Şokta mekanizma oldukça karmaşıktır. Birden fazla olaylar dizisi söz konusudur. Yanıklarda da zedelenen kısımdan sıvı kaybı ile şok ortaya çıkar. Başlıca şok belirtileri şunlardır:
Hastanın vücudunun soğuması
Hastanın şuurunda bulanıklık veya dalgınlık
Hızlı yüzeysel solunum
Nabız hızında artma
Solukluk
Terleme
Şokta İlk Yardım
Hastanın başının altından yastık alınır. Ayaklar yükseltilir. Hasta ısıtılır. Özellikle ayakları altına termafor konabilir. Kanayan bölgelerde kanamanın durdurulması önemlidir. Periferden merkeze kan akımını sağlamak amacıyla kol ve bacaklar sarılabilir. Hastanın bulunduğu yerin havalandırılması gerekir. Hastanın üzerinde sıkı giysiler varsa bunlar çıkartılmalıdır. Terleme sık sık kontrol edilmelidir. Bilinci yerinde ise hastaya ağızdan bol sıvı verilmelidir. Şoktaki hastanın mümkün olduğunca az hareket etmesi gerekir. Böyle bir hastaya emniyet telkin edilmesi ve korkusunun giderilmesi önemlidir. Şok olayında sıvı kaybının ne kadar önemli olduğu bilinmektedir. Özellikle çocuklarda bu durum, daha da önemlidir.
Alerji, zamanında ve bilinçli bir müdahale ile tedavi edilebilir. Alerjisi olan kişiler özellikle nelere karşı alerjilerinin olduğunu belirten bir kartı yanlarında taşımalıdırlar. Bazen hasta en ağır şok tablosundan kurtarılırken bir alerji nedeniyle kaybedebilmektedir. Alerjik tedavide özellikle hızlı tedavi önem taşır.
Kalp Masaji Nedir Cocuklarda İlkyardim Kalp
Nabız atışlarının hissedilememesi, kalp seslerinin duyulamaması, morarma (siyanoz), göz pupillerinin genişlemesi, şuur kaybı ve solunum durması, vücut ısısının azalması kalp durmasının başlıca belirtileridir. Kalp durmasında hızla masaj yapılmalıdır. Kalp durduğu zaman dokular oksijensiz kalabilir ve kalıcı zedelenmeler söz konusu olabilir. Hasta sert bir yere sırt üstü yatırılır. Elin sert aya kısmı ile göğüs kemiği (iman tahtası) üzerine basınç yapılır. İki elin birbirine dik pozisyonda konulması basınç sağlar. Dirsekler bükülmemelidir. Bir dakika 60-100 defa bu uygulama tekrarlanmalıdır. Çocuklarda ise tek el ile masaj yapılabilir.
Kalp ve solunum durmasında kalp masajı ve suni solunum bir arada yapılmalıdır. Beş kez kalp masajı, beş kez de suni solunum uygulamak üzere masaja başlanır. Daha sonra bir kez suni solunum, beş kez kalp masajı şeklinde devam edilmelidir
Kalp Hastalarında İlk Yardım
Kalp hastalıkları konusunda çevrenin bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Doğuştan kalp hastalıklarının pek çoğunda genetik faktörler, akraba evliliği, enfeksiyonlar ve ilaçlar rol oynamaktadır.
Edinsel kalp hastalıklarının çoğunda ise enfeksiyon hastalıkları ile beslenme hataları rol oynar. Enfeksiyonlar açısından eğitim ve zamanında tam tedavi önemlidir. Kalp hastalıklarının belirtilerinin de, sağlık konusunda eğitim veren kişiler tarafından öğretilmesi gerekir. Kişiler kalp hastalıklarının belirtilerini ve yapılabilecek ilk yardım uygulamalarını bilmelidirler.
Çabuk yorulma, nefes darlığı, morarma, vücutta şişme kalp hastalıklarının başlıca belirtileridir. Kalbi besleyen atardamarın (koronerier) ani tıkanıklığı sonucu miyokard enfarktüsü, diğer kalp hastalıkları arasında en acil bakım gerektirmektedir. Hasta ani olarak göğüste şiddetli ağrı hisseder. Soluklaşma, terleme, nefes darlığı gözenir. Böyle bir hastanın yakası açılıp rahatlatılmalı ve hızla mümkün olduğu kadar hareket ettirilmeden bir acil servise ulaşımı sağlanmalıdır.